Hesabı verilmemiş travmalar ülkesinde, büyük travmalardan birini daha yaşıyoruz.
Öfke ve isyanımız çığ gibi.
Olayın ardından başlatılan çağrılardan biri de #sendeanlat.
Yaşanırken anlatamadığım bir olayı bugün anlatmalıyım diye düşündüm:
Ortaokuldaydım.
Her sabah kız öğrencilerin etek boyları kontrol ediliyordu. Genelde bir kadın birkaç erkek öğretmen ya da müdür yardımcıları, çoğunlukla da erkek öğretmenler. Etek boyumuz kısa ise erkek öğrencilerin içinde “okula mı geliyorsun başka yere mi?” diye aşağılanıyorduk. Bu kontrollerin çoğunda aşağılanan bir kız arkadaşım vardı. Sürekli aynı cümleler maruz kaldığından “hedef” haline getirilmişti. Okul giriş ve çıkışlarında okul kapısı çift yönlü açılmadığında yığılma oluyor, bütün erkekler tek bir “hedef”e yığılıyordu. Korkunçtu. Kalabalığı aşıp arkadaşıma ulaşamamak çok canımı yakıyordu. Okulun karanlık odası vardı, işe yaramayan depo gibi bir yerdi sanırım, arkadaşım ve birkaç erkek öğrenciyi ordan çıkarken görmeye başlamıştım. Ne yapabileceğimi bilmiyordum. Ve bu ne yazık ki böyle devam etti. Öğretmenler sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi eğitim-öğretim yıllarını tamamladık hep birlikte.
Sonra lisedeydim.
Erkeklerin nedir bu etek boylarıyla alıp veremediği? Midem bulanıyordu. Herkesi içeri alıyorlar, kontrol edenler gözlerini kız öğrencilerin bacaklarına dikip “ahlak dersine” tabi tutuyorladı. Ve gene aynı cümlelerle “siz okula mı geliyorsunuz…” Halbuki bilmiyorlardı, onların düzeniyle, akıl anlayışıyla, namus anlayışıyla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanımız yoktu. Aralarında dolaşmak için giyiniyorduk.*
İlk öğretmenliğim.
Bir gün nöbet tuttuğum katta, bir edebiyat öğretmeni çığlıklar içindeki bir kız öğrenciyi saçlarından tutmuş tuvalete götürüyordu. Ne oluyor diye koşarak girdim içeri. “Bu suratın hali ne, şu dudaklardaki ruja şu gözdeki kaleme boyaya bak. Yollu musun kızım sen, bu halde okula mı geliyorsun başka bir yere mi gidiyorsun”
Bu tür “uygulamalar” hala devam ediyor mudur okullarda, bilmiyorum.
Yıllar sonra o öğretmenin sosyal medya hesabında bugünkü olaya tepkisini görünce, tecavüz ve öldürme gibi suçların sebeplerinden birinin de bizim makyajımızın ya da etek boylarımızın değil, bunları tartışma konusu yaparak kız çocuklarını birer hedef haline getiren öğretmenlerimizin, meslektaşlarımızın ve hatta ebeveynlerin olabileceğini ona anlatmak istedim. Uzaklarda, sadece kırsalda yada kalabalık ailelerde değil; bizzat kent yaşamında, “okumuş yazmış” çekirdek ailelerde çocuk istismarına, sosyal hayatın içinde iş ve çalışma ortamlarında “üstü kapalı” cinsel taciz vakalarına karşı durmamız gerektiğini, “Ben yanlış anlamışımdır; o benim büyüğüm, o benim üstüm, o benim patronum, o benim sevgilim, o benim kocam” dediklerimizi bugün bir daha düşünmemiz gerektiğini paylaşmak istedim.
*”Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İşyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım…”
(Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, YKY)