“İnsanlık, hiç değilse çoğunluk olarak, onurdan yana erdeme ulaşabilmiş olsaydı keşke!…
O zaman Hitler’ler var olsa bile Göbels’leri bulamazdı yanlarında.” Diyerek bitirmiştik yazımızın 1.bölümünü
“İş bilirliğin, ne pahasına olursa olsun, kendi gemisini yüzdürebilmenin” akıllılık sayıldığı toplumlarda bireyler, dayatmalar karşısında, onurlarını korumak adına savaşı göze almak yerine, işin kolayına kaçıp, “akıllarını kullanıp(!)” teslimiyeti yeğledikçe, tek Hitler’in çevresinde binlerce Gobels’ler türer.
Şaşırır kalır insan: Onca olumsuzluklara, kayıplara, acılara, yalan talan ve soygunlara rağmen bunca yandaş neyin nesi!?…
Böylesi toplumlar, sömürüye de, köleliğe de açık toplumlardır.
Ne Yapmalı???…:
Bir toplumu, köleliğe de sömürüye de açık tutan en etkin faktör cehalettir. Öyleyse ilk cephe cehalete karşı açılmalı!!!… Mustafa Kemal’in Büyük Zafer sonrası ilk cephesi bu değil miydi?
Mustafa Kemal, kurtuluşun iki önemli cephesi olduğunu biliyordu: Düşmandan ülkeyi kurtarmak… Cehaletten halkı kurtarmak…
Mustafa Kemal, Kurtuluş sonrası, en amansız cephesini, cahil halkın ferasetini varlıklarının güvencesi görenlere karşı açmamış mıydı?
“ Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz” derken mücadele cephesinde, “Ne istediniz de vermedik!” diyenler yok muydu?
“En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin (uygarlığın) gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir” derken asıl kastedilenin ‘demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti’nin bir ferdi olmak’ olduğunu kim inkâr edebilir?.
*
Siz hiç diktatörlerin, toplumu aydınlatma, demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti yaratma, bireysel hak ve hukukunu öğretme, özgür düşünce ve kendi iradesini kullanarak, sorma ve sorgulama kültürünü geliştirme yönünde büyük paralar ve çabalar harcadıklarını gördünüz mü?…
İktidar sahibi bir kişi bunları gerçekleştirmek adına emek harcıyorsa zaten diktatör değildir.
“Ben diktatör olsam, bana diktatör” diyemezsiniz savunusuna karşı durup, kimse “Diktatör” diyemezse, uygun sıfat olur?
*
Aydın sorumluluğu bir süreçtir. Bir noktada başlar… Bitmez.
İlerici fikirler, özgür düşünceler, seçimlerde, meydanlarda, barikatlarda maddi güce dönüşmedikçe, toplumsal işlevini yerine getirmiş olmaz. Aydınların, en vazgeçilmez görevi, toplumsal iletişimde yer almaları gereğidir.
Hamlet’in “olmak ya da olmamak” ikilemiyle ortaya koyduğu seçenekte, “olmamak” yönünde oy hakkı yoktur aydının.
Demokrasi düşmanı dayatmacılar karşısında, ortak aklın mağlubiyeti asla düşünülemez.
– Peki… mağlubiyet neden?
– Örgütsüzlük!… Ortak aklın örgütsüzlüğü… Bileşimci uzlaşma eksikliği.. Uzlaşma kültürü eksikliği…
Bu eksiklik en çok demokrasiye zarar verir. Vermekte de!…. Bu eksiklik, diktaya ön açar.
Ön açmakla kalmaz, meydanı da boş bırakır… Bırakmakta da!…
Önce seyredip sonra da çalınanı var gücüyle hırsızın elinden kurtarmaya çalışmak ne diyalektik devrimci akılla ne aydınlıkçı birikimle, ne de tarihsel olguyla.bağdaşır.
İlk iş sarı öküz hikayesinden gereken ibreti çıkarabilmektir.
Tarih dediğimiz olgu, kara mizah değil, ortak akıl ve izanın örgütlü güç birliğinin ortaya kayabildiği veya koyamadığı sonuçtur. Rastlantıya yer yoktur tarihte. Sürecin seyircisi olanlar, sonuca katlanmak durumundadır.
Vaktiyle Hitler’i, Mussolini’yi seyredenler, bu gafletin bedeli olarak salt iktidarlarını terk etmekle kalmadılar. Demokrasiye de veda ederek, bütün bir dünyanın ateşe atılmasına da boyun eğdiler.
*
Şimdi tüm yurtsever güçlerin öncüleri, yorgunluk göstermeksizin kitleyle birlikte saflaşıp, atılacak yeni adımları belirlemeli.
Beklemeyin!”
Mafyokrasiyi ve diktatörlüğü yenecek yapılanma; demokrasi…
*
“SEN SAHİP ÇIKMADIKÇA BİR ŞEY OLACAĞI YOK”
Mehmet Halil Arık
Emekli Eğitimci – DENİZLİ