Teknolojinin tam olarak hayatımıza girmediği zamanlardı. Radyonun dışında haberleşme aracı yoktu. 1970’li yıllarda telefon sayılı hanede vardı. Gazete bayii olan Yusuf Efendi’nin dükkânında “bağlamalı” denilen telefon
santrali vardı. Ve o santrale 20 hane dâhildi. Uzun süre 20 hane dışında telefon bağlanmadı. İmkânlar o kadardı. Haberleşmede mektup hâlâ önemini koruyordu. Gurbete çıkan ailenin erkeği evine mektup yazarken ölçülü ve dikkatli bir üslup kullanırdı.
Mektuplarda “Evvela selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim” cümlesi yazanın hayat arkadaşını ilgilendirmiyordu. Çoğu mektuplar açıktan okunduğu için evin erkeğinin hayat arkadaşı için özel cümle kurması edebe mugayirdi. Her ne kadar sonunda “Herkese selam ederim” cümlesindeki “herkes” kelimesi bir şeyler ifade ediyorsa da mektupta bulunan farklı bir işaret evin hanımı içindi. Ya satırların bir yeri bilerek karalanmış, ya mektubun bir yerinde anlamsız bir boya var veya bir tarafında az bir yırtık varsa bu “hususi” bir işaret sayılıyordu.
Bazen telefonlar mektupla bildiriliyordu. Mektupta “Falanca gün, filan saatte telefonumu bekle” gibi haberler karşı taraf için belirtilen saatte santral önünde bulunması demekti.
Telgraflar çok az ve önemli işler için kullanılırdı. Telgrafların adları vardı. “Normal, acele, yıldırım”, telgrafın muhatabına ulaşma süresine göre adlandırılıyordu. Çok mühim haberler telgrafla bildiriliyordu. En kötü haberler bile telgrafla ölçülü bir üslupla yazılıyordu. Ölüm haberleri “Baban ağır hasta acele gel” cümlesiyle bildirilip işin esası beklenen kişi gelince anlaşılıyordu. En güzel telgraflar nişan veya düğün tarihini haber verenler oluyordu. “Falan tarihte nişanımız/düğünümüz var sizleri de bekleriz…”
Köy veya mahalle içinde haberleşme çok farklı oluyordu. Özellikle cenazelerin bildirilmesi insanın tabii sesiyle oluyordu. Bir tepeye çıkan “nidacı” “falanca yerden falanca oğullarından falancanın kızı/oğlu hakkın rahmetine kavuşmuştur” gibi en kısa şekilde yüksek sesle durumu başka hanelere/mahallelere duyurur; bu haber en kısa zamanda komşu köylere kadar ulaşırdı.
O zamanlarda minarelerden müezzinler kendi sesiyle ezan okuduklarından “hoparlör” denilen cızırtılı cihaz camilere daha uğramamıştı.
İnsanlar bir şekilde birbirleriyle haberleşiyorlardı.
Ağaç diplerine ve taş altına konulan mektupların konusu daha başkaydı…