Karanlık, rutubetli ve is kokusu çabası. Yıllardır boş kalmış bir odaya giriyor gibiyim. Ruhum sıkıldı, dengem bozuldu ve kendimi kontrol edemiyorum.
Sis sarmış çevremi hareketsizim. Aydınlansa oda, loş ve nemli olmasına rağmen, içeri girsem ve otursam. Hasta ve hastalığı önemli. Ona da ulaşamamak beni yarım edecek.
Hangardan indim, yol iz bilmem ve her şey üzerime geliyor. Yere oturdum ve valizime yaslandım. Bir türlü kendime gelemedim. Gelip geçenlerin görmediği mağarada valizimle el arabasına zincirliyim. İçimin isyanı acıyla depreşiyor ve bir türlü çıkar yol bulamıyorum. Bu karmaşada yine de halk otobüsündeyim.
Halk otobüsüne binmekle dünya yeniden başıma çöktü. Gözlerim karardı, midem alt üst oldu. Görmüyorum, duymuyorum da. Şehrin karmaşası bu olsa gerek. Bırakın inmek istiyorum, atın beni caddenin ortasına, desem de yanımdakiler bile sessizce bakıyor. Ağzım açık bağırdığımı sanıyorum, susuzluktan da yanıyorum.
Tepelerin sisinden kurtulamıyorum. Dağdan gelecek esintiyi bekliyorum, gelse de biraz açılsam. Çünkü midemi kaybettim. Midem ters dönüp poşete silkelendi. İçindekiler dışarı çıktı. Yerine boş olarak döndü. Ona bir şeyler doldurmak için, kıvrandım. Tuzlu veya tatlı da olsa, gönderip de sustursam, diye aradım.
Sözümü çiğnedim, “Hiçbir kara, su ve hava ile ilgili vasıtaya binmeyeceğim,” Demiştim. Bindim; bağımın önce yaprağı sonra çiçeği soldu. Soldu meyve vermeden; kiraz, elma ve nar. Soldu zakkumlar, zıkkım olası, niçin geldim şehir denilen karmaşaya.
Acı haber miydi? Kendimi unutturup sokaklarda oturtan. Bir daha gelemem diyorum ama acılara da şimdiden katlanıyorum. Acı içinde acıyı yaşıyorum.
İnsan denilen meçhul! Bir ölüp bin diriliyorum.
Yıllardır öğrencilerime taşıtların özelliklerini anlatıyorum, buna rağmen midemin azizliğine uğrayıp oturduğun yerden kalkamıyorum. Geziniyorum, hayal de olsa okul, ev ve Pazar üçgeninde. İçimdeki acıyı unutturan acıdan da öte haberle yıkılıyorum. Mum gibi, aydınlattıkça eriyorum.
Çocuk veya genç olmadım, sanki ihtiyar yaşadım. Aynalara bakmıyorum, söyletmiyorum doğruyu. Ruhum çöktü, bedenim var olsa da. İyilikte kaldım, kötülere aldırış etmedim. Çekilen acıların ana durağı oldum. Omuzlarımda yük ağırlaştı, şehrin karmaşasında. Yollar oynuyor, binalar hareketli, oturduğun iskemle oynuyor, masadaki bardak hareketli. Beynim zonkluyor, kafam karışık, yediklerim mideme biraz daha alışık.
Bulutlar yaklaştı, damlalar düşüyor. Damlalar sıklaştı, sırılsıklam oldum ve artık rahat yürüyorum.
Ruhum bedenimle bir mi? Diye düşündüm ve anlayamadım. İki düşman anlayışın arasında kaldığımın farkındayım. Şehri terk edemiyor ve karmaşaya boyun eğiyorum. Çöktü omuzlarıma kara bulutlar ve kafamı masadan kaldıramıyorum.
Kendimden kaçamadım, buradayım. Susuz kaldım, soluk alamıyorum.
Şehre kaçanlar bıraktı toprağını. Kaybetti köyünü, üzülse de boşuna. Bir tutam marul, ıspanak ve maydanoz için, gider tezgâhın başına. Köyün hayalini kursa, derede ayaklarını serinlese ve çiçeğini koklasa, meyveleri tatsa ve her yerinde bir denge ya da uygunluk olduğunu bilse.
Bir kabustu şehir, her semt vilayet. Buraya gelmeyen kalmadı, bir bildikleri var elbet.
Bir rüzgâr fısıldadı, bilinmez gelir mi? Fırtına. Kütükler çatılı kara ateş yanıyor. Dışarısı yine sis baş ağrıtıyor. Sevmedim sisli tepeleri, görmek istemedim.
Yine midem hasta, rüyada gibiyim, başım yasta.
Acılar, acıma katıldı.
Her şey bizim için, söyleyecek söz bulamıyorum.
Şehir mi? Kalsın onlara bir iki saat içinde gidiyorum.