Şehrin kalabalığına ayak uyduramıyordu. Şehre mal edilen, hareketli kalabalıklar tam bir keyfiyetti. Diyerek düşüncesini net bir şekilde ortaya koyuyordu. “Üretiyorum o halde varım,” diyordu. Bu varsayımı toprağın işlevsel halini kabullenmek demekti. “Yiyecekler doğal haliyle soframa gelir,” diyordu.
“Toprağım kanatlarımın altında,” diye tekrar ediyordu. Yaşantısının iyi veya kötü yönlerini irdeleyemem ama; Avantadan geçinmek isteyen, toprağını bırakıp şehre göçüyor,” diyordu.
Neşesi toprağıydı. Toprağında çalışır ve hayat bulurdu. Kazmasının ucuna takılan kestaneyi soyar, çimlenen fındığı kırıp yerdi. Meyve ve sebzesini yetiştirmeyi toprakla yoğrulmak olarak bilirdi. Domatesinden, çileğine ve maydanozundan maruluna elinden geçerdi.
Köyün kaynak suyu ve havası, yerinde değerlidir. Suyunu o havada içeceksin. Doğal ve aktif bir hayatı, sıkıntı ve dert varsa da kendine yaklaştırmadan yaşamalısın. Herkesin hayatının diliyle konuşun kimseyi kederlendirmeyin. Sen kendin gibi yaşa, kem gözlerden uzak ol. Kine ve öfkeye kapılma, bırak insanlar bildiği gibi yaşasın. Ağlamak ve gülmek de biz insanlar için.
Toprakla geçen günler, gönüllerde sevinçlere neden oluyordu. Sıcak ilişkiler yaşanırken, üretim için çalışılıyordu. Daldaki son elmayı ailenle birlikte yiyebiliyor musun? Bağında ilk çıkan salatalığı, kirazı ve karayemişi sofraya getirebiliyor musun? Yayıktan çıkmış taze ayranı içip tereyağını yiyebiliyor musun?
Şehir denilen karmaşayı görmedim. Ama söz konusu olduğunda, sevincim durağanlaşıyor. Orada yaşayanlara üzülüyorum. Çünkü toprakla haşır neşir değiller, kıymetini bilmiyorlar. Sözün bittiği yer burası. Görmüyorlar ineğini köpeğin ve kedinin yavrusunu. Onların vücut diliyle iletişimini.
Çapa sırasında çevremden yediğim meyve ve sebzenin adını saysam, şehirde yaşayanların içi sızlar. Şehirde büyümüş ve toprakta yalın ayak çalışmamış olanları duyduğumda, için sızlar. İçim sızlar köyünü terk edenlere.
Köyünden hiç çıkmamış, toprağını bırakmamış ana ve babayı şehre götürürler. Şehirde tarihi yerler gezdirilir. Camiler dolaşılır. Ayrıca kaleler gösterilir. Kapalı çarşı ve dikilitaşların yanına gidilir ve işte şehir denir.
Bu kadar güzelliği, şehri kurmuşlar ama biz olmasak, masadan aç kalkacaklar.
Toprakla çalışmayana sorun, tereyağının, ayranın ve yoğurdun tadını biliyorlar mı?
Şehir kanadımın altında olsa, insanları doğdukları toprağın başına bırakırdım.
Hasan TANRIVERDİ