Yuvasını, dal uçlarında çık çık nağmesiyle ördü ve yapraklar arasında sakladı. Bir güvenceydi dal uçları, onun için. Yapraklar yuvasına çatı görevini üslenmiş ve dal da ona gezi sahası olmuştu.
Gün geldi, yapraklar arasından bir garip sesler gelmeye başladı. Çık çık “Yumurtamı yaptım, yaklaşmayın, yoksa yakarım.” Diye.
Seher vakti, karşı çatıdan gürleme şeklinde sesler geldi. Gürleyen sesler ürkütücüydü. Ürkütücüde olsa, kalkmayacaktı yumurtalarının üstünden. Yumurtalarının soğumaması gerekirdi. Böylece hem kendini ve hem de yumurtalarını korumuş olacaktı, o kötü seslerden.
Korunmalıydı o zalim seslerden. Gürleme o zalim sesti. Gürleyen ses ulaşmamalıydı, yumurtalarına. Yumurtalar duymamalıydı zalim sesi. Arada bir çık ediyor, başını kaldırıyor ve çevreyi kontrol ediyordu. Ayrıca kanatlarını da kaldırıp indiriyor, buradayım, diyordu.
Serçenin gagası ve kanatları en büyük silahıydı. Farklı sesler duysa da yaklaşan olsa da yuvasının verdiği güveni kullanıyor ve çık sesiyle, buradayım diyordu.
Gagasını ve kanatlarını havaya kaldırıyordu.
Seherde kimdi, tehdit edercesine öten, keserler sesini kısa sürede. Bir an için, yerinden kalktı. En yakın sese uçtu. Yanına kondu ve kararlı bir şekilde, çık, çık etti ve geri döndü. Yuvasını yapraklar arasında yapmasından gurur duydu. Yumurtalarını çevirdi ve üzerlerine yattı.
Karşı çatıda kenara yaklaşmış, beyaz ve kara iki azman kuşu yaprağın arasından gözledi. Her ikisinin de çirkinliğine ürkütücü görünüşlerine aldırış etmedi ve yuvasında kaldı. Gagasını yukarı dikti ve açtı kapattı. “Uzak durum, yaklaşırsanız, yakarım.” Mesajını ikinci defa verdi.
Azmanlarda değişme olmadığını görünce, “Yöreme gelmeyin, dal ucum, yuvam ve yaprağım diyerek “Çık” sesiyle olayı noktaladı.
Çirkin seslerin kesilmesini fırsat bilerek, yerdeki buğday tanelerine uçtu ve onları kursağına gönderdi. Tekrar yaprakların gizlediği yuvasına döndü. Yumurtalarını çevirirken, cılız da olsa sevmediği sesler geldi kulağına fakat aldırış etmedi. O çirkin seslerden biridir diye düşündü. Karşılık vermedi fakat çevre güvenliğini kontrol etmeye çalıştı.
Yumurtaları yeni bir dünyaydı onun için. Yeni dünyaya açılmaya az kalmıştı, içlerinden çık çık sesleri geliyordu.
Çatı ve ağaç tepeleri başkasının yöresi olsun, dal ucundaki yuvamın, güvenli olduğuna imzamı atarım, diyordu.
Çatıda iki renksiz, biri zalim, diğeri gaddar olan beyaz ve kara kuşlar, sorarlar hangimizin sesi daha güzel diye. Serçe yuvasından seslenir onlara, “Güçlü olanın sesi daha güzeldir.” Diyerek.
Çatıda beyaz ve kara kuşlar birbirleriyle kavgaya tutuştular. Gaga ve pençeleriyle aldıkları darbelerle perişan oldular. Kan revan içinde kaldılar. Gözü çıkan ve kanadı kopan bile oldu. Çık sesi duydular ama ayakta duracak hâlleri yoktu. Uçamadılar ve çatıya serilip kaldılar.
Yuvada üç yavru doğdu. Serçeler üç can daha katıldı. Ana sevindi onları yedirdi, temizledi. Hemen karnının altına aldı ve ısıttı. Yavrularına kursağından yem verdi. Yerde hamur gördü ve neşelendi, kursağını tekrar doldurdu ve geldi. Gagalarını açmış, çık diyerek bekleyen yavrularını yedirdi ve gagalarına biraz su boşalttı.
Serçe, yavrularını hiç yalnız bırakmadı ve çirkin seslilerden korudu.
Yuvasının güvenliğinde, kanatlanana kadar besledi.