Seçmenin seçime katılması isteniyor. Bu isteğe karşılık, yolların belirsizliği, engebesi seçmeni koymadı özgür düşünebilmeye.
Yalnız yollar mı?
Seçimin seçmene yüklediği sorumluluk havası, ister istemez, bedenini sarsıp ruhunu karamsarlığa itiyor. Çünkü seçilmek bizde meslek sahibi olmak gibi algılanıyor. Seçilmişler, öyle ileri gidiyor ki, “Seçmeye zorunludurlar, özgül ağırlığım yüksek,” diyebiliyor.
Seçeceğini tanımayan seçmen, seçim yolunda özgür düşündürülmüyor. Soluk almakta zorluk çekerken, yolları aşamıyor. Pratik söylemiyle; “Bastır parayı kazan seçimi,” oluyor.
Seçmenin seçim yolu kısıtlı ve bir bilinmeze kıvrılıyor. Bu kıvrılma, seçilecek olanların da bilinmezliğinin bir taraflara kıvrılması anlamına geliyor. Seçmenin ona vereceği, “Devleti daha iyi yönet,” görevini iyiye kullandığı söylenemez. Yapılanlar, medyaya yansıdığı kadarıyla akıllara durgunluk veriyor.
Seçmen, din ve para adına aldatılıp sokaklarda vurgun yemiş balık gibi çırpınıyor. Seçime gitmesi gerekenlere, kişiliği kaybettiriliyor ve birtakım bilmecelerle oyalayıp korku sisi yaşatılıyor. Böylece seçimi tehlike boyutuna çıkarıp ona değişik sırlar ekliyorlar. Şöyle ki, “Ver oyunu bana kurtulsun Kudüs. Vermezsen oyunu bana gidemezsin cennete,” deniyorsa seçmen ne yapsın.
Bunlar gurur ve bencilce yapılan hareketlerdir. Bu hareketlerle değil ahlak ve adaleti öne çıkarmak, belki de maneviyata küfür manasına gelir.
Seçmenin işi gerçekten zor. Çünkü aydınlık yarınlardan korkanlar, seçimi karanlığa gömüyorlar. Karanlığa gömülün oyunuzu öyle atın, demek istiyorlar. Böyle ürkütücü bir atmosferde hakkı gözeten ve dürüstlüğüne inanılan bir seçim yapılabilir mi?
Karanlıkta, karanlık ellerin hukuksuzluğuyla seçmenin iradesi bir daha yıkılıyor.
Seçmenin seçimi, iyilerin iyilik yarışına dönüşse, halka zulüm yapılmasa ve özgürce hareket edebilse, soluk alışverişi düzeleceğine inanılacaktır.
Allah bilir ama “Eziyeti meziyet gibi, kabullenmekle bir yere varılamayacaktır.”
Seçmenin seçimi gerçekten zor.