“Artık bağımsızlık yok, karşılıklı bağımlılık var.” İfadesi hayatımıza girdiğinden beri; bağımsızlık parça parça elden gitti.
1960 yılında Kıbrıs meselesi gündeme geldiğinde, Türkiye Amerika’nın talimatlarını yerine getirmiyor diyerek, bizzat Amerikan Başkanının imzası ile Türkiye’ye ültimatom (kesin uyarı) verildi. Türkiye’ye karşı ticaret ve silah ambargosu uygulandı.
İnönü Türk halkından gelen itirazları hafifletmek için “Büyük devletlerle ilişki ayı ile yatağa girmeye benzer” demişti.
Aslında bu cümle “emperyalizmle ilişkiye girilmez ama” anlamındadır. Ve ilişkinin tek yönlü olduğuna işaret eder.
Uzatmayalım. Artık bağımsızlık yok, karşılıklı bağımlılık var diyen tüccar ve iş adamlarımız şunu elbette biliyorlardı. Büyük devletle ilişkide eşitlik olmaz. Olsa olsa büyük devletin emir ve talepleri olur.
Bu durumu bile bile önce NATO’ya girdik. Ve bağımsızlığın teminatı olan gücümüzün emir ve komutasını “sözde ittifakın karargâhına” bağladık. Yani Amerika’ya bağladık.
Piyasa ekonomisinin getirdiği özgürlükler şarkısıyla da, ekonomimizi, bankalarımızı, paramızı Amerika’ya(dolara) bağladık.
Ordumuz Amerika’nın bölge çıkarlarının kolaylaştırıcısı, ulusal pazarlarımız da uluslararası tekellerin pazarına dönüştü.
Somali, Bosna, Afganistan, Libya, Suriye gibi meselelerde hep Amerika talimat verdi.
Özetle, hep Amerika istedi biz yaptık.
Böyle bir ilişkiye karşılıklı bağımlılık ilişkisi diyemeyiz.
Gerek silahlı gerek siyasi önemli işlerde, Amerika’nın talimatlarını yerine getirdik.
Amerika bununla da yetinmedi. Ordu içindeki milli ordudan yana olan yurtseverleri tasfiye etti.(Balyoz, Ergenekon)
Eğer gene aynı yolda devem edeceksek, seçim yapmanın ve iktidara bir Amerikan kuklası daha getirmenin sizce bir anlamı var mıdır?
Bu seçim sürecinde, ne iktidara, ne de muhalefete güven kalmamış olmasının nedeni yukarıda anlattığım ve yaşadığımız süreçlerdir.
Her şeye rağmen ordumuzun milli ve halktan yana kalma çabası, hala ordumuzun en itibarlı kurum kalmasını sağlıyor.
Ancak bu yetmez.
Ordumuzun güçlendirilmesi, itibarının yükseltilmesi caydırıcı bir kurum olarak varlığını sürdürmesi partilerin varlığından çok daha önemlidir.
Partiler bir amaç için kurulur, yaşar ve ölürler. Ancak ordular için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Güçlü ordu için yapılması gereken birinci iş; NATO’dan yani Amerika’dan bağımsızlığını kazanmasıdır.
İkinci ve en az onun kadar önemli olan savunma sanayinin güçlendirilmesidir.
Dikkat etmişseniz görmüşünüzdür. İleri teknoloji ihtiyacı, öncelikle orduda hissedilen bir husustur. Savunma sanayi olmadan, savunma ürünleri üretmeden, savunma ve askeri teknolojilere ulaşılamaz.
NATO ve Amerika bize hiçbir zaman ileri teknoloji ürünü vermez. Ve o ürünleri üretmemiz için önümüzü açmaz. Hatta önümüzü tıkar. Başka ülkelerden ihtiyacımızı karşılamamıza da, aracıları vasıtasıyla engel olur.
Partiler seçim bildirgelerini açıkladılar.
Vatan Partisi hariç, hiçbir parti Türk ordusunun güçlenmesini isteyen plan ve program ifade etmedi.
İktidarın ve muhalefetin, ellerinden geldiğince, Türk ordusuna saldırması, ordunun daha uzun zaman kendi silahını kendi yapamayacağı anlamına gelir.
Kendi siyasi iktidarından destek alamayan ordu, savunma hizmetlerini ve caydırıcılık özelliğine sahip olamaz.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr