Vesayet rejimine son vermek iddiasını demokratik argümanlarla ifade eden Başbakan Erdoğan nereye geldi?
Haktan, adaletten, özgürlükten ve parlamenter demokrasinin erdemlerinden söz eden Erdoğan nereye geldi?
Seçim sürecinde yürüttüğü siyasete bakınca, karşımızda milliyetçilik ve siyasal İslamcılıkla müteşekkil Türkiye sağının damıtılmış tipolojisini görmek mümkün!
Tam bu noktada belirteyim ki, CHP de hiçbir zaman sol olmadı! CHP’nin ve başta da Ecevit’in toplumun genelince solcu olarak görülmesi, öyle köklü bir yanılgıdır ki, insanı tepesi üstü yürütmeye benzer.
CHP’nin solculuğu, galat-ı meşhurdur.
Kaldı ki, sağ ve sol kavramları, günümüz siyasetinin boyutlarını açıklamakta yetersizdir. Siyasetin ana eksenini demokrasi kavramı oluşturmakta.
Ancak Başbakan bu seçim sürecinde, Türkiye sağının tipik davranışlarını sergiliyor.
Sağcı siyaset, kitlesel desteğinin gücünü her zaman otoriterliğinin dayanağı olarak kullandı. Silah gücünü (darbeleri) iktidarının dayanağı olarak gören oligarşiyle (vesayet rejimiyle), kitle desteğini şirret bir egemenlik aracı olarak kullanan sağcı siyasetlerin ortak noktasını otoriterlik oluşturur!
Erdoğan’ın ve AKP’nin geldiği noktanın bir tek açıklaması olduğunu düşünüyorum: AKP, vesayet rejimini demokrasi mücadelesiyle geriletti. Bu gerilemeye paralel olarak da iktidardaki gücü arttı. AKP iktidar oldukça, iktidarın nimetlerini gördü. AKP, Türkiye’de demokratik bir sistemi kurmayı hedeflemediğinden (zaten ne bu yapıya, ne de bu bilince haiz değil) vesayet rejimiyle uzlaştı. Artık Başbakan Erdoğan için demokrasi, yeri geldikçe lafı edilecek bir süs bitkisi konumunda! Pozisyon demokratı veya zoraki demokrat diyebileceğimiz AKP, iktidarın nimetlerini gördükçe hızla otoriterliğe kaydı.
8 yıllık AKP Hükümeti döneminde ekonominin ve siyasetin bazı alanlarında iyileşmeler yaşandı. Bu gerçekler inkâr edilemez.
Ancak yine bu sürede, ülkenin köklü hemen hiçbir sorunu çözül(e)medi!
Anayasa meselesi ortada olduğu gibi duruyor.
Kimlikler sorunu olduğu gibi duruyor.
12 Eylül’ün kurumları olduğu gibi duruyor.
AB ile ilişkilerde önemli bir gelişme sağlanmadı. Ve AB müktesebatı doğrultusunda hemen hiçbir düzenleme yapılmadı.
AKP, iki dönemdir hükümet. İlk hükümet kurulduğundan 2007 yılına kadar Başbakan Erdoğan, AB ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiği, ülkemiz için AB’nin her açıdan büyük önem arz ettiği ve bizim de o dünyanın bir parçası olmamız gerektiği üzerine açıklamalar yapıyordu. Şimdi bir AB düşmanı gibi konuşuyor! Gibisi çok, AB düşmanı oldu! Devletçi geleneğin içten içe AB’yi düşman gören anlayışını şimdi Erdoğan devam ettiriyor!
İlginçtir, AB konusunda Ergenekoncuların dediklerini bugün Erdoğan tekrar ediyor:
Anakara kriterleriymiş, falanmış filanmış!
Kürt kardeşlerim ve onların hakları diye konuşan Erdoğan, neden bugün Kürt sorunu bitmiştir diyor? Çünkü Erdoğan’ın çantasında Kürt sorununa çözüm getirebilecek bir dosya yoktu! Son Diyarbakır konuşmasında da görüldüğü üzere, sorunu İslamcı bir cemaat anlayışıyla çözmeye çalışan Erdoğan, demokratik açıyı (belki de böyle bir açıya hiç sahip değildi) çoktan terk etti ve çıkmaz bir yolda patinaj çekiyor! Kendisine muhalefet eden Kürtleri terörist ilan eden Başbakan’a, o bölgenin insanları elbette bir seçim dersi verecekler!
Generallerin ve darbeci medyanın otoriter dillerini unutmadım, unutmayacağım!
Ya şimdi?
Şimdi de padişahvari bir otoriter dil türedi!
Kendine muhalif her kesimi tehditle, polis gücüyle, bürokratik güçle susturmaya çalışan bir başbakanın dili, tam bir otoriteryen dildir.
İpuçlarını şimdiden gördüğümüz Sultan Süleymanlığa özenen iktidarın sonu ise, bu ülke için bir başka felakete kapı aralar!
Erdoğan, sanki aslına (geldiği yere) rücu ediyor!
Geldiği yer mi?
Türk-İslam sentezci otoriter dünya!