Hafiften tebessüm etti. Bize doğru yürüdü ve “Sarıçiçek” Dedi. Peşini getirdi. Bahçeyi sarı çiçek işgal etti. Sarı çiçek nedir demeye kalmadı, sarı çiçeği tanımladı. “Ayrık otunun çiçek açmışı.” Dedi. Sarı çiçeğe ne kadar öfkeli olduğu mimiklerinden belli oluyordu. Hatta yüzü sararmıştı. Kapıya yaslandı ve “Bahçeyi nasıl kurtaracağız.?” Dedi.
Kimseyi dinlemeden içeri girdi. Çevreyi kesif bir sis sardı. Babam “Peşi çise.” Dedi. Sanki kendini teselli için, konuşuyordu. Bahçeyi sarı çiçeğin sarmasına onun da canı sıkılmıştı. İnekler sarı çiçeği doğrandıktan sonra iyice pişmedikten sonra yemiyorlar. “Nereden bulaştı.” Dedi.
Babama “Sarı çiçeğin olgunlaşmasını beklemeyelim. Tohumları dökülmesin ve seneye büyümesin.” Dedim.
Ayrık otu, bir kök için yerim olsun bana yeterli diyen bir bitki. Daha sonra her tarafı tutan ve diğer otları büyütmeyen, onlara çiçek açma fırsatı dahi vermeyen otsu bir bitki. Onun için, ayrık otuna sapan kıran da denir. Ayrık otunu bahçeden tek tek koparırlar, dışarıya atarlar ve yakarlardı.
Sarı çiçeğe sıra gelince onu koparamazdık. Çünkü bahçenin çayırı zarar görecektir.
Annem. “Sarı çiçek nereden buldu bahçemizi.” Dedi. Tohumların rüzgârla rahatlıkla bahçeye ulaşacağını tahmin ederdik. Anneme, “Sarı çiçeği olgunlaştırmadan biçelim ve tohumları toprağa dökülmesin. Başka türlü mücadele edemeyiz.” Dedik. Kardeşime kalsa, kopar gitsin.
Yaylanın sarı çiçeği, bahçeyi sardığında çayırın büyümesi geç kaldığı için, kardeşimin dediğine göre, sarı çiçeği koparırsak, çayır daha sonra büyürdü. Annem, dediğim mücadele şeklini kabul etti ve babamla da ortak karar verip sarı çiçek daha taze iken çayırı biçtirdi. Çayırın yenilenmesi erken başlayacağı için, sarı çiçek filizlenene kadar, çayır onu alt edecek duruma gelecekti.
Çayır kuruduğunda içinden sarı çiçekleri seçeriz. Annemin nasıl seçebiliriz demesi üzerine Babam, “Başardığımız kadar.” Dedi.
Çayırı kuruturken, içinden sarı çiçeği seçtik. Kardeşim ne yapıyorsunuz diyenlere, “İğne arıyoruz.” Diyordu. Annem de ona illa ki, bir ters konuşman olacak.” Derdi.
Bahçede çalışıyoruz ama havanın da her gün öğleden sonra yağmur ve sis geldiğini düşünürseniz, bir şeyler yapıp eve kaçıyoruz. Kardeşimle kelime oynuyoruz. Kardeşimi de bu oyunda yenmek zor. Çünkü şahane kelime uyduruyor. Nerden buluyorsa atıyor, kelimeyi bana kabul ettiriyor.
Öğleye kadar ormana gidiyoruz. Gürgen ağacının dallarını buduyoruz ve obaya çıkıyoruz. İneklerin önüne yaprak atıyoruz. Bazı gürgen ağaçları o kadar büyük ki, üç kişi gövdesini kucaklayamaz. Devasa ağaç, her dalı büyük bir ağaç.
O kadar büyük ki, mahalleyi kaplar. Kardeşim ona dev ağaç derdi. Bir gün dev ağacın altında oturduk ve çevreyi izliyoruz. Hava karardı. Yağmurdan değil gürleme ve yıldırımdan korktuk. Çünkü yıldırım, büyük ve çok yapraklı ağaçlara atar diyorlardı. Ağacın altından kalktık ve kaçtık. Ormandan suyun önü denilen çimene çıktık.
Arkamıza bakmadan, kaçtık. Daha sonra ağaca yıldırım atmış ve ağacı üsten köküne kadar karpuz dilimi gibi bölmüş.