Ülkemizde, anayasanın, hukuk düzeninin, demokrasinin olmadığı bir defa daha tescil edildi. Seçimle gelen bir başbakan, yetkili olmayan cumhurbaşkanı tarafından azledildi.
Şüphesiz, perşembenin gelişi çarşambadan değil, ilk günden belli idi.
Saray her fırsatta ve açıkca sadece ve sadece kendisinin yetkili olduğunu ifade etmekte iken, etkisiz ve yetkisiz bir görevi Sn. Davutoğlu kabul etmemeliydi. İtibarına darbe vurdurmamalı idi. Bu kadar vebalin altına girmemeli, bugünkü feci tablonun sorumluluğunu yüklenmemeli idi…
İlk günden itibaren Sn. Davutoğlu’na hem kızdım hem de acıdım. Zira kendisi harama bulaşmayan bir kişi. Eşi (hepimiz gördük ki) olgun, güngörmüş, eğitimli, mütevazı, muhterem, gerçek bir hanımefendi. Evlatlarını da kimse tanımıyor. Ortada yoklar. İş, ihale, torpil vb. konulara hiç bulaşmadılar. Böyle bir ailenin reisi olarak Sn. Davutoğlu bu bataklığa girmeyi kabul etmemeliydi.
- Birşeyleri değiştirebilirim mazeretinin de gerçekliliği olamaz. Zira, 14 yıldır görmekteyiz ki AKP tek adam partisidir. Herşey tek kişinin iradesine bağlıdır. Herkes saraya biat etmeye, kulluk yapmaya mecburdur. Aksi halde dostluk, kardeşlik, vefa, hoşgörü gibi kavramların hiç önemi yoktur. Hemen tasfiye edilirsiniz. (Sn. Davutoğlu, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Turhan Çömez, Yaşar Yakış, Ertuğrul Yalçınbayır vs. gibi)
- Nitekim ilk günden itibaren saray ve tetikçileri tarafından başbakana karşı her türlü komplo icra edilmiştir. Karizmasını çizmek için her yola başvurulmuştur. (Artvin’deki çevre olayı, AYM kararına karşı farklı tepkiler, MKYK seçimi, milletvekili listelerinin tanzimi, tüm tayinler, ihale ve özelleştirmeler, mal bildirimi uygulaması, çok sayıda bakanın başbakana karşı saygısız tavırları ve doğrudan saraydan talimat almaları, devamlı çark etmeler, inkarlar, vb.)
- Sayın Davutoğlu’nun devamlı olarak Cumhurbaşkanı’nı övmesinin, taviz vermesinin, hatalı konuşma ve davranışlarına bile destek olmasının hiçbir yararı olmamıştır. Çünkü zaman zaman asgari ölçülerde olsa bile insiyatif kullanmak istemiştir. Ve de birtakım yağmalara, çıkar planlarına engel olmaya çalışmıştır. AKP’de en büyük yapıştırıcının ‘çıkar hesapları’ olduğunu unutmuştur. Sık sık dürüstlük üzerine konuşmalar yaparak, kulaklara kar suyu kaçırmıştır.
- Sn. Davutoğlu, bir akademisyen olarak, başta İbn-i Haldun olmak üzere, yöneticilere yol gösteren, çok değerli kişilerin eserlerini, mutlaka okumuştur.
Bu bakımdan ‘iktidarlar ortak kabul etmez’, ‘zirveye çıkanlar önce kendisini oraya çıkaranları tasfiye eder’ gibi öğütleri unutmamalıydı.
Neticede, haksız, hukuksuz bir şekilde görevden alınmış, tarihe ‘son başbakan’ olarak geçmiştir.
Zira bundan sonra fiilen bu makam olmayacaktır. Yeni tayin edilecek zat, görevinin -sadece- sekreterlik olduğunu bilecektir. Tam bir itaat sergileyecektir. Sık sık, “gözlerimi kaparım emredileni yaparım. Açık beyinlere, zararlı fikirler üşüşür, saray herşeyin en iyisini düşünür” diyecektir.
Bu açıdan yeni tayin edilen kişinin kim olacağının hiç önemi yoktur. Bundan böyle tüm dünyevi ve dini işlerimiz tek kişinin iradesine bağlı olacaktır.
Peki buna toplumun tepkisi olur mu? Olmaz. Zira biz vurdum duymaz, pısırık, sorumsuz, çıkarcı, dünyasını dinine tercih etmiş bir kitle haline getirildik. Bunca teröre, şehitlere, (temmuz ayından bu yana 500’e yakın canımızı kaybettik) yaralılara bile tepki vermez olduk. Cenab-ı Hak’ka değil, kula kul olduk.
Sevgili Peygamberimiz (SAV) ne buyurmuş; “Her toplum layık olduğu yönetim ile idare edilir.”
Aklımızı başımıza almazsak, çıkar hesaplarını terketmezsek, daha çok çile çeker, zulüm görür, kayıplar veririz…
Düzeltme: Geçen haftaki yazımın 2. bölümünde ‘Cenab-ı Hak’kın kulları ve Sarayın kulları’ olması gereken cümle ‘kuralları olarak’ neşredilmiştir… Düzeltirim.