Devlet idaresinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kararların günlük olayların dışına çıkılarak ve tepkilerden arınarak alınmasıdır. Türkiye, bu bakımdan kritik bir dönemden geçmekte, alınacak kararların soğukkanlılıkla ve dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Meselâ, 17 Aralık Operasyonu‘na tepki olarak Adlî Kolluk Yönetmeliği‘nde yapılmak istenen değişiklik doğru olmamıştır. Nitekim bu konuda Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Diğer taraftan, HSYK‘nın yangından mal kaçırır gibi usulüne uygun olmayan bildirisi de doğru değildir. Ancak, buna tepki olarak HSYK üyelerinin TBMM tarafından seçilmesini düşünürseniz kuvvetler ayrılığı prensibini zedelemiş olursunuz. Aynı şekilde yargıda sonuçlanmış dâvâlardan şüphelenerek ve başka konuda yapılan yanlışlıkları karine olarak alıp hukuku sündürüp çiğneyemezsiniz.
***
17 Aralık Operasyonu‘nu tasvip etmek mümkün değildir. Yolsuzluk operasyonu böyle yapılmaz. Bu operasyonun siyasî mahiyette olduğu, Hükûmeti ve Başbakanı hedef aldığı ve zamanının buna göre ayarlandığı inkâr edilemez. Bu operasyonun tertipçileri, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye‘nin düşmanlarının komplosuna âlet olmuşlardır. Ancak, 17 Aralık Operasyonu‘nu ve 2012 Şubatı‘ndaki operasyon teşebbüsünde bulunanları emniyet ve yargıdaki kadrolaşma dışına taşırıp bütün bir câmiayı ‘örgüt’ olarak değerlendirmek doğru değildir.
Zira bu cemaat, büyük bir halk tabanına sahip, Türkiye‘de ve dünyanın her yerinde eğitim ve hayır hizmetlerinde bulunan din ve ahlâk temelli bir cemattir. Cemaatin lideri de düne kadar herkesin hürmetle yâd ettiği bir İslâm âlimidir. Halbuki, Türkiye‘deki PKK/KCK gibi terör örgütleri, Ergenekon gibi derin yapılanmalar ve yarım asırdan beri milletin başının belâsı olan Darbeciler çok farklı konumdadırlar.
17 Aralık‘ta gerçekleştirilen ve daha sonra ikinci dalga teşebbüsüne mâni olunan yolsuzluk etiketli komplonun bir kısım emniyet ve yargı mensubu tarafından tertiplenmiş olması, 5 yıldır devam eden Ergenekon ve Darbe dâvâlarının da aynı şekilde yapılmış olduğuna karine teşkil etmez. Kaldı ki beş yıl önce HSYK CHP eğilimli bir yapıya sahipken bu dâvâlar için savcılar ve hâkimler görevlendirilmiştir.
Bu dâvâlarla ilgili bütün savcı ve hâkimlerin cemaat tarafından yönlendirildiği söylenemez. Unutmayalım ki bu ülkede yarım asırdan beri ‘Darbeler Dönemi’ yaşanmış; askerî vesayet ve jüristokratik tahakküm neticesinde, eşinin başörtüsü sebebiyle Cumhurbaşkanı seçiminde engelleme yapılmıştır. Daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir tarihte, 27 Nisan 2007’de TSK, Hükûmet aleyhine bildiri yayınlamıştır.
Ergenekon ve Darbe dâvâlarındaki binlerce sayfalık iddianameleri ve delilleri görmezlikten gelip, bir yorumcunun yazısına dayanarak hukuku tersyüz etmeye kalkarsak bindiğimiz millet iradesi dalını asıl o zaman kesmiş oluruz.
***
İşin vicdanî tarafına gelince, Darbe dâvâsında hukuka aykırı kararlar alındığı iddiaları, herkes gibi bizi de rahatsız etmektedir. Ancak bu konuda yapılacak işlemler için son derece dikkatle hareket edilmeli; demokratik hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının zedelenmesine meydan verilmemelidir. Evvelâ, şu hükmü altını çizerek belirtelim ki kesinleşmiş yargı kararları kanunla değiştirilemez. Bu sebeple ‘af’ haricinde yasamanın müdahalesi düşünülemez.
Terör suçlularının mebzul miktarda bulunduğu bir ülkede ise af düşünülemez. Diğer taraftan, formül olarak ileri sürülen ‘geçici 2. madde’nin kaldırılarak mevcut mahkemelerin değiştirilmesi de mümkün değildir. Burada yapılması gereken işlem, Yargıtay Başsavcısı‘nın sonuca itiraz ederek dâvâyı Yargıtay Genel Kurulu‘na götürmesidir. Böylece, bu tarihî dâvânın sorumluluğu da Daire üyesi 5 kişinin omuzlarında kalmamış olur.
***
Bizden söylemesi: Şap ile şekeri karıştırmayalım. 17 Aralık Operasyonu ile Ergenekon ve Darbe dâvâlarının ilgisi yoktur. Bu dâvâları değerlendirirken CHP‘nin, MHP‘nin ve ulusalcı jakobenlerin değil, militarist vesayete son vermiş başarılı bir siyasî iktidarın gözlüğünden bakmak gerekir.
Devlet idaresinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kararların günlük olayların dışına çıkılarak ve tepkilerden arınarak alınmasıdır. Türkiye, bu bakımdan kritik bir dönemden geçmekte, alınacak kararların soğukkanlılıkla ve dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Meselâ, 17 Aralık Operasyonu‘na tepki olarak Adlî Kolluk Yönetmeliği‘nde yapılmak istenen değişiklik doğru olmamıştır. Nitekim bu konuda Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Diğer taraftan, HSYK‘nın yangından mal kaçırır gibi usulüne uygun olmayan bildirisi de doğru değildir. Ancak, buna tepki olarak HSYK üyelerinin TBMM tarafından seçilmesini düşünürseniz kuvvetler ayrılığı prensibini zedelemiş olursunuz. Aynı şekilde yargıda sonuçlanmış dâvâlardan şüphelenerek ve başka konuda yapılan yanlışlıkları karine olarak alıp hukuku sündürüp çiğneyemezsiniz.
***
17 Aralık Operasyonu‘nu tasvip etmek mümkün değildir. Yolsuzluk operasyonu böyle yapılmaz. Bu operasyonun siyasî mahiyette olduğu, Hükûmeti ve Başbakanı hedef aldığı ve zamanının buna göre ayarlandığı inkâr edilemez. Bu operasyonun tertipçileri, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye‘nin düşmanlarının komplosuna âlet olmuşlardır. Ancak, 17 Aralık Operasyonu‘nu ve 2012 Şubatı‘ndaki operasyon teşebbüsünde bulunanları emniyet ve yargıdaki kadrolaşma dışına taşırıp bütün bir câmiayı ‘örgüt’ olarak değerlendirmek doğru değildir.
Zira bu cemaat, büyük bir halk tabanına sahip, Türkiye‘de ve dünyanın her yerinde eğitim ve hayır hizmetlerinde bulunan din ve ahlâk temelli bir cemattir. Cemaatin lideri de düne kadar herkesin hürmetle yâd ettiği bir İslâm âlimidir. Halbuki, Türkiye‘deki PKK/KCK gibi terör örgütleri, Ergenekon gibi derin yapılanmalar ve yarım asırdan beri milletin başının belâsı olan Darbeciler çok farklı konumdadırlar.
17 Aralık‘ta gerçekleştirilen ve daha sonra ikinci dalga teşebbüsüne mâni olunan yolsuzluk etiketli komplonun bir kısım emniyet ve yargı mensubu tarafından tertiplenmiş olması, 5 yıldır devam eden Ergenekon ve Darbe dâvâlarının da aynı şekilde yapılmış olduğuna karine teşkil etmez. Kaldı ki beş yıl önce HSYK CHP eğilimli bir yapıya sahipken bu dâvâlar için savcılar ve hâkimler görevlendirilmiştir.
Bu dâvâlarla ilgili bütün savcı ve hâkimlerin cemaat tarafından yönlendirildiği söylenemez. Unutmayalım ki bu ülkede yarım asırdan beri ‘Darbeler Dönemi’ yaşanmış; askerî vesayet ve jüristokratik tahakküm neticesinde, eşinin başörtüsü sebebiyle Cumhurbaşkanı seçiminde engelleme yapılmıştır. Daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir tarihte, 27 Nisan 2007’de TSK, Hükûmet aleyhine bildiri yayınlamıştır.
Ergenekon ve Darbe dâvâlarındaki binlerce sayfalık iddianameleri ve delilleri görmezlikten gelip, bir yorumcunun yazısına dayanarak hukuku tersyüz etmeye kalkarsak bindiğimiz millet iradesi dalını asıl o zaman kesmiş oluruz.
***
İşin vicdanî tarafına gelince, Darbe dâvâsında hukuka aykırı kararlar alındığı iddiaları, herkes gibi bizi de rahatsız etmektedir. Ancak bu konuda yapılacak işlemler için son derece dikkatle hareket edilmeli; demokratik hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının zedelenmesine meydan verilmemelidir. Evvelâ, şu hükmü altını çizerek belirtelim ki kesinleşmiş yargı kararları kanunla değiştirilemez. Bu sebeple ‘af’ haricinde yasamanın müdahalesi düşünülemez.
Terör suçlularının mebzul miktarda bulunduğu bir ülkede ise af düşünülemez. Diğer taraftan, formül olarak ileri sürülen ‘geçici 2. madde’nin kaldırılarak mevcut mahkemelerin değiştirilmesi de mümkün değildir. Burada yapılması gereken işlem, Yargıtay Başsavcısı‘nın sonuca itiraz ederek dâvâyı Yargıtay Genel Kurulu‘na götürmesidir. Böylece, bu tarihî dâvânın sorumluluğu da Daire üyesi 5 kişinin omuzlarında kalmamış olur.
***
Bizden söylemesi: Şap ile şekeri karıştırmayalım. 17 Aralık Operasyonu ile Ergenekon ve Darbe dâvâlarının ilgisi yoktur. Bu dâvâları değerlendirirken CHP‘nin, MHP‘nin ve ulusalcı jakobenlerin değil, militarist vesayete son vermiş başarılı bir siyasî iktidarın gözlüğünden bakmak gerekir.
Devlet idaresinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kararların günlük olayların dışına çıkılarak ve tepkilerden arınarak alınmasıdır. Türkiye, bu bakımdan kritik bir dönemden geçmekte, alınacak kararların soğukkanlılıkla ve dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Meselâ, 17 Aralık Operasyonu‘na tepki olarak Adlî Kolluk Yönetmeliği‘nde yapılmak istenen değişiklik doğru olmamıştır. Nitekim bu konuda Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Diğer taraftan, HSYK‘nın yangından mal kaçırır gibi usulüne uygun olmayan bildirisi de doğru değildir. Ancak, buna tepki olarak HSYK üyelerinin TBMM tarafından seçilmesini düşünürseniz kuvvetler ayrılığı prensibini zedelemiş olursunuz. Aynı şekilde yargıda sonuçlanmış dâvâlardan şüphelenerek ve başka konuda yapılan yanlışlıkları karine olarak alıp hukuku sündürüp çiğneyemezsiniz.
***
17 Aralık Operasyonu‘nu tasvip etmek mümkün değildir. Yolsuzluk operasyonu böyle yapılmaz. Bu operasyonun siyasî mahiyette olduğu, Hükûmeti ve Başbakanı hedef aldığı ve zamanının buna göre ayarlandığı inkâr edilemez. Bu operasyonun tertipçileri, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye‘nin düşmanlarının komplosuna âlet olmuşlardır. Ancak, 17 Aralık Operasyonu‘nu ve 2012 Şubatı‘ndaki operasyon teşebbüsünde bulunanları emniyet ve yargıdaki kadrolaşma dışına taşırıp bütün bir câmiayı ‘örgüt’ olarak değerlendirmek doğru değildir.
Zira bu cemaat, büyük bir halk tabanına sahip, Türkiye‘de ve dünyanın her yerinde eğitim ve hayır hizmetlerinde bulunan din ve ahlâk temelli bir cemattir. Cemaatin lideri de düne kadar herkesin hürmetle yâd ettiği bir İslâm âlimidir. Halbuki, Türkiye‘deki PKK/KCK gibi terör örgütleri, Ergenekon gibi derin yapılanmalar ve yarım asırdan beri milletin başının belâsı olan Darbeciler çok farklı konumdadırlar.
17 Aralık‘ta gerçekleştirilen ve daha sonra ikinci dalga teşebbüsüne mâni olunan yolsuzluk etiketli komplonun bir kısım emniyet ve yargı mensubu tarafından tertiplenmiş olması, 5 yıldır devam eden Ergenekon ve Darbe dâvâlarının da aynı şekilde yapılmış olduğuna karine teşkil etmez. Kaldı ki beş yıl önce HSYK CHP eğilimli bir yapıya sahipken bu dâvâlar için savcılar ve hâkimler görevlendirilmiştir.
Bu dâvâlarla ilgili bütün savcı ve hâkimlerin cemaat tarafından yönlendirildiği söylenemez. Unutmayalım ki bu ülkede yarım asırdan beri ‘Darbeler Dönemi’ yaşanmış; askerî vesayet ve jüristokratik tahakküm neticesinde, eşinin başörtüsü sebebiyle Cumhurbaşkanı seçiminde engelleme yapılmıştır. Daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir tarihte, 27 Nisan 2007’de TSK, Hükûmet aleyhine bildiri yayınlamıştır.
Ergenekon ve Darbe dâvâlarındaki binlerce sayfalık iddianameleri ve delilleri görmezlikten gelip, bir yorumcunun yazısına dayanarak hukuku tersyüz etmeye kalkarsak bindiğimiz millet iradesi dalını asıl o zaman kesmiş oluruz.
***
İşin vicdanî tarafına gelince, Darbe dâvâsında hukuka aykırı kararlar alındığı iddiaları, herkes gibi bizi de rahatsız etmektedir. Ancak bu konuda yapılacak işlemler için son derece dikkatle hareket edilmeli; demokratik hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının zedelenmesine meydan verilmemelidir. Evvelâ, şu hükmü altını çizerek belirtelim ki kesinleşmiş yargı kararları kanunla değiştirilemez. Bu sebeple ‘af’ haricinde yasamanın müdahalesi düşünülemez.
Terör suçlularının mebzul miktarda bulunduğu bir ülkede ise af düşünülemez. Diğer taraftan, formül olarak ileri sürülen ‘geçici 2. madde’nin kaldırılarak mevcut mahkemelerin değiştirilmesi de mümkün değildir. Burada yapılması gereken işlem, Yargıtay Başsavcısı‘nın sonuca itiraz ederek dâvâyı Yargıtay Genel Kurulu‘na götürmesidir. Böylece, bu tarihî dâvânın sorumluluğu da Daire üyesi 5 kişinin omuzlarında kalmamış olur.
***
Bizden söylemesi: Şap ile şekeri karıştırmayalım. 17 Aralık Operasyonu ile Ergenekon ve Darbe dâvâlarının ilgisi yoktur. Bu dâvâları değerlendirirken CHP‘nin, MHP‘nin ve ulusalcı jakobenlerin değil, militarist vesayete son vermiş başarılı bir siyasî iktidarın gözlüğünden bakmak gerekir.
Devlet idaresinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kararların günlük olayların dışına çıkılarak ve tepkilerden arınarak alınmasıdır. Türkiye, bu bakımdan kritik bir dönemden geçmekte, alınacak kararların soğukkanlılıkla ve dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Meselâ, 17 Aralık Operasyonu‘na tepki olarak Adlî Kolluk Yönetmeliği‘nde yapılmak istenen değişiklik doğru olmamıştır. Nitekim bu konuda Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Diğer taraftan, HSYK‘nın yangından mal kaçırır gibi usulüne uygun olmayan bildirisi de doğru değildir. Ancak, buna tepki olarak HSYK üyelerinin TBMM tarafından seçilmesini düşünürseniz kuvvetler ayrılığı prensibini zedelemiş olursunuz. Aynı şekilde yargıda sonuçlanmış dâvâlardan şüphelenerek ve başka konuda yapılan yanlışlıkları karine olarak alıp hukuku sündürüp çiğneyemezsiniz.
***
17 Aralık Operasyonu‘nu tasvip etmek mümkün değildir. Yolsuzluk operasyonu böyle yapılmaz. Bu operasyonun siyasî mahiyette olduğu, Hükûmeti ve Başbakanı hedef aldığı ve zamanının buna göre ayarlandığı inkâr edilemez. Bu operasyonun tertipçileri, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye‘nin düşmanlarının komplosuna âlet olmuşlardır. Ancak, 17 Aralık Operasyonu‘nu ve 2012 Şubatı‘ndaki operasyon teşebbüsünde bulunanları emniyet ve yargıdaki kadrolaşma dışına taşırıp bütün bir câmiayı ‘örgüt’ olarak değerlendirmek doğru değildir.
Zira bu cemaat, büyük bir halk tabanına sahip, Türkiye‘de ve dünyanın her yerinde eğitim ve hayır hizmetlerinde bulunan din ve ahlâk temelli bir cemattir. Cemaatin lideri de düne kadar herkesin hürmetle yâd ettiği bir İslâm âlimidir. Halbuki, Türkiye‘deki PKK/KCK gibi terör örgütleri, Ergenekon gibi derin yapılanmalar ve yarım asırdan beri milletin başının belâsı olan Darbeciler çok farklı konumdadırlar.
17 Aralık‘ta gerçekleştirilen ve daha sonra ikinci dalga teşebbüsüne mâni olunan yolsuzluk etiketli komplonun bir kısım emniyet ve yargı mensubu tarafından tertiplenmiş olması, 5 yıldır devam eden Ergenekon ve Darbe dâvâlarının da aynı şekilde yapılmış olduğuna karine teşkil etmez. Kaldı ki beş yıl önce HSYK CHP eğilimli bir yapıya sahipken bu dâvâlar için savcılar ve hâkimler görevlendirilmiştir.
Bu dâvâlarla ilgili bütün savcı ve hâkimlerin cemaat tarafından yönlendirildiği söylenemez. Unutmayalım ki bu ülkede yarım asırdan beri ‘Darbeler Dönemi’ yaşanmış; askerî vesayet ve jüristokratik tahakküm neticesinde, eşinin başörtüsü sebebiyle Cumhurbaşkanı seçiminde engelleme yapılmıştır. Daha dün diyebileceğimiz kadar yakın bir tarihte, 27 Nisan 2007’de TSK, Hükûmet aleyhine bildiri yayınlamıştır.
Ergenekon ve Darbe dâvâlarındaki binlerce sayfalık iddianameleri ve delilleri görmezlikten gelip, bir yorumcunun yazısına dayanarak hukuku tersyüz etmeye kalkarsak bindiğimiz millet iradesi dalını asıl o zaman kesmiş oluruz.
***
İşin vicdanî tarafına gelince, Darbe dâvâsında hukuka aykırı kararlar alındığı iddiaları, herkes gibi bizi de rahatsız etmektedir. Ancak bu konuda yapılacak işlemler için son derece dikkatle hareket edilmeli; demokratik hukuk devletinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının zedelenmesine meydan verilmemelidir. Evvelâ, şu hükmü altını çizerek belirtelim ki kesinleşmiş yargı kararları kanunla değiştirilemez. Bu sebeple ‘af’ haricinde yasamanın müdahalesi düşünülemez.
Terör suçlularının mebzul miktarda bulunduğu bir ülkede ise af düşünülemez. Diğer taraftan, formül olarak ileri sürülen ‘geçici 2. madde’nin kaldırılarak mevcut mahkemelerin değiştirilmesi de mümkün değildir. Burada yapılması gereken işlem, Yargıtay Başsavcısı‘nın sonuca itiraz ederek dâvâyı Yargıtay Genel Kurulu‘na götürmesidir. Böylece, bu tarihî dâvânın sorumluluğu da Daire üyesi 5 kişinin omuzlarında kalmamış olur.
***
Bizden söylemesi: Şap ile şekeri karıştırmayalım. 17 Aralık Operasyonu ile Ergenekon ve Darbe dâvâlarının ilgisi yoktur. Bu dâvâları değerlendirirken CHP‘nin, MHP‘nin ve ulusalcı jakobenlerin değil, militarist vesayete son vermiş başarılı bir siyasî iktidarın gözlüğünden bakmak gerekir.