Ne İstediğini Bilmeyen, Tatminsiz ve Sorumsuz Tanrılardan Daha Tehlikeli Bir Şey Olabilir mi?
Noah Harrari’nin araştırmaları sonucunda yazdığı ve derlediği bilimsel makalelerden ortaya çıkan, insanlık tarihini anlatan serisinin ilk kitabı Sapiens, yolculuğumuzun, savandan şehirlere, hayvanlar âleminin zeki türünden tanrı rolüne soyunan hedonist bireyine kadar oluşturduğu zaman çizelgesinde oldukça etkileyici bir iş çıkarmış.
“YAKLAŞIK 13,5 MİLYAR YIL ÖNCE, Big Bang olarak adlandırdığımız bir şeyle madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. Evrenimizin bu temel öğelerine “fizik” diyoruz.
Bunların ortaya çıkışından yaklaşık 300 bin yıl sonra madde ve enerji, atom adını verdiğimiz daha karmaşık yapılar ortaya çıkardılar, bunlar da zamanla birleşerek molekülleri oluşturdu. Atomların, moleküllerin ve aralarındaki etkileşimin hikâyesine “kimya” diyoruz.
Yaklaşık 3,8 milyar yıl önce, Dünya adı verilen gezegende, bazı moleküller organizma adı verilen oldukça geniş ve karmaşık yapılar oluşturdu. Organizmaların hikâyesine “biyoloji” diyoruz.
Yaklaşık 70 bin yıl önce Homo Sapiens’e ait organizmalar, kültür adını verdiğimiz daha karmaşık yapılar oluşturdular. Bunu takip eden insan kültürlerinin gelişimine “tarih” diyoruz.”
Sapiens, hikâyeye, giriş bölümünde, pozitif bilimleri bu şekilde tarif ederek başlıyor. Bu o kadar net bir tanım ki, bu konularda eğitilmiş olmama rağmen kelimeler sanki zihnimde yeni pencereler açtı. Okuduğumda, ABD’li gökbilimci Carl Sagan’ın, “Yaklaşık 14 milyar yaşında olan kâinatı, bir yıllık takvime sığdırsaydık, ne çıkardı” sorusuyla oluşturmaya başladığı ve ortaya ilginç sonuçlar çıkardığı “kozmik takvim” aklıma geldi. Sagan’ın takvimini araştırıp yakından incelediğinizde “insana ait bilinen tüm tarihin yılın son gününün son “sekiz” saniyesinde” oluştuğunu görürsünüz.
Bilim, kendi içinde özel ve karmaşık bir dil kullanır. Bu nedenle, derinlerde olan bilgileri daha zor fark etmemize neden olur. Harari’nin derslerinde anlattığı konulardan derlediği bu kitaplar, bilimsel atmosferinin yanı sıra, bilim insanlarında nadir bulunan “sade, anlaşılır ve esprili bir dille” yazılmış. Kitabın bu özelliği sayesinde okumayı öğrenen herkes bu kitaptan her şeyi öğrenebilir diyorsunuz.
Harari’nin kitaptaki ifadesine göre; insanın zekâsından önce, “İŞBİRLİĞİ” yapabilme becerisi Sapiensi hayvanlardan ayırıyor. Bu özelliği iletişim becerisini geliştirmesini sağlıyor. İnsanlar ortak dili oluşturduktan sonra öğrendiklerini anlatmaya ve yaymaya başlıyor. Harari esprili yaklaşımıyla, “dedikodu” olarak ifadelendirdiği bu davranışı, insan toplumlarının oluşmasını sağlayan ilk süreç olarak görüyor. Bir insanın, konuşarak maksimum 150 kişiyi etkileme becerisine sahip olduğunu ifade ediyor. Bu özellikler binlerce insanın birlikte hareket ederek düzen kurabilmesini ve geliştirebilmesini sağlıyor. Bu iddiası ile savanda avcı toplayıcılıkla başlayan Sapiensi, günümüzün şirketleri, ortaklıkları ve kurumsal marka birlikteliklerine kadar getiriyor.
Harari’nin kitaptaki ifadesine göre; tarihin akışını üç önemli devrim şekillendiriyor:
Yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan bilişsel devrim, 12 bin yıl önce bunu hızlandıran Tarım Devrimi ve tarihi sona erdirip bambaşka bir şeyi başlatabilecek yalnızca 500 yıl önce başlayan Bilimsel Devrim.
İlk kitap, Sapiens, bu üç devrimin insanları ve diğer organizmaları nasıl etkilediğinin hikâyesini anlatıyor. Harari eldeki tüm verilerin ışığında nereden geldiğimizi, neler yaptığımızı ve etkilerini tüm belge ve kaynaklarıyla sorguluyor. Kitap boyunca gezegenimizi “ ev “ tanımında kullanarak tüm çekmeceleri ve dolapları karıştırıyor. Kirli çamaşırlarımızı ortaya koyarken çıkmayan lekeleri de gözler önüne seriyor. Yaradılışı için en büyük tehditler olan kıtlık, salgınlar ve savaşlardan sağ çıkan insanlığın uzak ufuklarına bakıyor ve önündeki yeni tehditleri gösteriyor.
Oldukça uzun ve karmaşık olan hikâyemizi akıcı bir dille anlatan Yuval Noah Harari, serinin ilk kitabının sonsözünde, “Tanrıya Dönüşen Hayvan” bölümünde, hepimizi endişelendiren soruyu son cümlede soruyor:
NE İSTEDİĞİNİ BİLMEYEN, TATMİNSİZ VE SORUMSUZ TANRILARDAN DAHA TEHLİKELİ BİR ŞEY OLABİLİR Mİ?
Şimdi hep beraber düşünelim, taş uçlu mızraklarla avlanarak beslendiğimiz zamanlardan, parmak ve göz taramalarıyla yönettiğimiz hayatımıza gelene kadar neler kazandık, neler kaybettik?
Yazıyı Edmund Burke’in, içinde bulunduğumuz süreci özetleyecek iki güzel alıntısı ile bitirmek istiyorum:
“Hatalar miras değildir, savunmaya değmez”
“Kötülerin kazanması için iyilerin seyirci kalması yeterlidir”
[blob:https://embed.ted.com/3502bcf3-9c93-464e-949b-1562fca33011]
Eski anlatıların çöküp yerine yenilerinin gelmediği bir şaşkınlık çağında nasıl yaşanır?
Özellikle günümüzün ve gündemimizin içinde hepimizin şapkamızı önümüze koyarak düşünmeye ihtiyacı var. Sonuçta “korona gündeminde” yavaşlayan ve sakinleşen hayatımızda yapabileceğimiz en iyi şey bu…
Çünkü sadece evimiz, sadece ülkemiz değil, gezegenimiz yangın yerine döndü…
Sarsılmayan toprağımız sarsılmak üzere,
Bitmeyen suyumuz bitmek üzere,
Soluduğumuz havamız gitmek üzere…
Her kum tanesine, her damlaya, her moleküle sonuncusuymuş gibi davranmadan süreci düzeltme şansımız olmayacak.
Bu nedenle öncelikle çocuklarımızı, aile bireylerimizi bilinçlendirerek geri dönüşüm ve tasarruflu bir hayatı inşa etmeye başlamamız lazım.
Bu görev artık bizim kuşağımızın görevidir. Bu konuda hiçbir mazeretimiz kalmamıştır.
Yazıyı Edmund Burke’in, içinde bulunduğumuz süreci özetleyecek iki güzel alıntısı ile bitirmek istiyorum:
“Hatalar miras değildir, savunmaya değmez”
“Kötülerin kazanması için iyilerin seyirci kalması yeterlidir”
https://www.booksiay.com/sapiens-hayvanlardan-tanrilara/ilknur-akpinar-yucedag/