Üç sene Boğaz’da kaldım. Ondan sonra, 1963’de ada, 43 senedir Heybeliada’da, Oradan gelip gidiyorum, Hüsniye anne’nin evine. Düşünün ne kadar zor. Boş derslerim oldu o günler. Akşam zaten. Çaydan sonra beni salmıyorlar. “Ne olursun yemeğe kal”. Yemek oniki’de bitiyor. Yemek değil, sohbet. Oniki’de kalkıyorum, yarım’daki vapura yetişemiyorum. Vapur kaçıyor. Orduevine gidiyorum. Nihayet Zeliha Hanım dedi ki.
Allah razı olsun. Senelerdir bak, kaç sene 49 da evlendik. “Hüsniye anne’nin evi çok mu dar bir ev ?” dedi. “Gece sana kalacak bir oda veremiyor mu ?” . Hüsniye anne ismini de ben koydum. Kimse Hüsniye anne demiyordu. Hüsniye Hanım, Hüsniye Hanım. Oğlunun birisi 26 doğumlu, oraya geldi tanıştık. Ben de 1926 doğumluyum. Madem ki bu Hanımefendinin benim yaşımda oğlu var, bu kadar da beni seviyor, ona Hüsniye anne dedim. O da çok sevindi. Memnun kaldı. Anlattım Zeliha Hanımın dediğini. “Başımın üzerinde evlat” dedi. “Odalar senin, hangisini seçersen” dedi. Öylece, geceleri orada kalarak rahat ettim. Sohbetlerimi rahat yaptım. Geniş bir antreden salona geçiliyor. Salona oturuyoruz. Çay yapılıyor. Çay faslı bittikten sonra, akşam yemek odasına geçiliyor. Orası daha ufak, çoğu gidiyor. Yemeğe bile evlerinden müsaade alamıyorlar. Zeliha Hanım evlendiğimiz zaman şöyle derdi. “ben bugün falanca komşuya gideceğim, haberin olsun, çarşıya çıkacağım haberin olsun.” Lütfen dedim bir daha benden izin alaraktan gitme. Gittiğin yeri akşam geldiğimde söylemek istersen söyle, istemezsen hiç gerek yok. Niye benden izin alıyorsun? İstediğin gibi hürsün. Beni bulamazsan gitmeyecekmisin dedim. Öyle bir terbiye almış memlekette. Zeliha Hanım benim akrabam. Orada kalmaya başlayınca, efendim bir hatıramı anlatacağım. Orada duyuyoruz. Bir şair var. Bu şair Hartum’ta Sefir. Onun bir beyitini okudular. Harika, hayran oldum. O beyiti okuyacağım.
Haram’ın anladım ey yâr, helal’le farkını tam.
Şarap seninle helaldir, su sensiz olsa haram.
Şu güzelliği görüyor musunuz? Şiir bu, bir beyit. Hartum Sefiri Cemil Miroğlu Beyefendi, Hartum’dan izinli olarak gelmişler. Birkaç hafta sonra Hüsniye annenin evine geldi. Tanıştırdılar. Dedim ki, “sizin, canı gönülden hayranlarınızdan biriyim. Ben ” dedim. Şöyle döndü bana, müstehzi(1) bir eda ile baktı. Gencim o zaman. Ellinci Yıl marşının yazıldığı yıllar. Kaç sene oldu. Gözündeki ifadeden anladım. Sen beni nereden tanıyorsun da, hayranınızım diyorsun der gibi baktı. Türkiye bilmiyor. Adam yok. O kadar güzel çevirileri, o kadar güzel şiirleri var ki. Maalesef. Neden? Aruz, Klasik Nazım. İnkâr edildiği için. Silerler bir gün.
Nihayet, gidenler gitti, yemek odasına geçiyoruz. Geçerken dar bir koridordan geçiliyor. Yemek odasının kapısının üstü süslü arabesk bir kapı. Üstünde “another life” yazılı. O baktı, baktı. Bu ne demek dedi. Hüsniye anneye sordu. Şairimizin meşhur şiirinin içindeki işaretler bunlar, sinyaller dedi. Bana baktı, oraya baktı. Skalarya, hiçbir mana veremedi. Şairimizin dediği skalarya ne oluyor ki ? Ben de görsem aynı şeyi ben de söylerim. Ne oluyor ki. Yıllar sonra öğrendim ki, skalarya: şeytan çarmıhı manasına geliyor, bahriyede. İp merdiven var ya onun adı. Ben Bahriye ye geçtikten sonra öğrendim. Tâ Şark hizmetinden döndüğüm yıllarda. Dünya savaşının tam böyle bitmeye yüz tuttuğu zamanlarda, Hiroşima’ da atom bombalarının patladığı zamanlarda yazıldı. Sebebi de, bütün insanlığa acıdığım için, romantizm’e acıdığım için, güzelliklere acıdığım için. Bunlar var içerisinde.;
“Ama kim düşünür yıldızları,
Yüzbaşı Arnold’u vurmuş yerliler
Matemler içinde tekmil batarya.”
İçeriye girdik, içerde, levhalar var. Hancı bir tarafta yazılı, Kışlada Bahar bir tarafta yazılı, Hüsniye anne’nin yaptırdığı levhalar. Ben koydurmadım. Çok seviyordu beni. Burada olduğumu duyunca hemen çağırdı, kendi telefon açtı. Canı gönülden. “Ne olur bir gelin görüşelim, kararınızı sonra verin” diye. Gidiş o gidiş, senelerce sürdü. Yaşlandı. O evi istediler, kiralıkmış. Çıktı. Oğulları götürdü. Biraz da rahatsız oldu. Ayvalık. Orada oturur. Orada da ziyaret ettim kendisini. Bir defa. Sonra da ömür baki değil, Allah rahmet eylesin. Allah sizlere ömür versin. İçeri geçtik, onları görünce anladı. Tekrar istiyorlar benden, bir daha okur musun, sizin sesinizden dinlemek istiyoruz, yeni gelenler var. Yemek faslı, karın doyurucu anı geçtikten sonra, yanıma geldi, dedi ki, “size bir şey demek istiyorum” dedi. Ama bu sefer öyle alaycı bir ifadesi yoktu. “Ben denedim, düşündüm, yakıştıramadım, gönül gönüle redifini kullanırmısınız” dedi. Hani kafiye arkasına koyacağız. Bu redif olacak. Mesela dedim. “Dur, dur, haftaya, buradayım onbeş gün” dedi. “Haftaya yine geleceğim, iki defa daha geleceğim ben buraya” dedi. “bu hafta düşünün, ondan sonra”. Ben hemen söyleyeceğim. Aruz., aruz yaz demedi ama o gönül gönüle – Mefailün Feilatün Mefailün Feilün – gönül gönüle = Mefailün Feilün – hemen orada o kalıp olduğunu anladım. O kalıpla söylenmesi gerektiğini, en kolay şekilde. Neyse, haftaya geldim. Kendisine okudum, şöyle dörtlük.
Uzak uzak iki yıldız bakar gönül gönüle,
Görünmedik nice şimşek çakar gönül gönüle,
İner peşinden o yağmur, o sel, o şarkı taşar
O şarkı taştı mı bir kez, akar gönül gönüle.
Fakat eline verdim, bakıyor. Şu kadarcık bir renk verse. Dakikalarca baktı. Dedim ki “Üstâdım, daha zaman var. Ben şiirlerimi zaten yavaş yavaş yazarım. İşlerim ben onu siz merak …” “Yok” dedi. “Katiyen bir harf değiştirmeyeceksin” dedi. “Bak” dedi, “Ben gönülden gönüle” diye yazmışım. O da okudu. O gönülden gönüle redifli yazmış. “Tam oturtmuşsun, bravo” dedi. Böyle bir tatlı hatıra Mürekkep’te yayınlanacak.
(1) Müstehzi : Alaya alan, eğlenen,
O ŞARKIUzak uzak iki yıldız, bakar gönül gönüle,
Görünmedik nice şimşek çakar gönül gönüle…
İner peşinden o yağmur, o sel, o şarkı taşar
O şarkı taştı mı bir kez akar gönül gönüle…
Gözümde hep o yoğun sis şakaklarımda o kar,
Sızar o şarkıyı hâlâ içimden aynı pınar…
İnan ki sönmeyecektir o şarkı haşre kadar,
O şarkıdan ne gazeller yakar gönül gönüle…
Not: Şair Bekir Sıtkı Erdoğan’ın , “O ŞARKI” ismini verdiği şiiri bestelendi.