Bugün de bir sahil mahallesi Güre’ye doğru adımlarımı yönelttim. Kıyıdan yürümek zevkliydi. Bir yanınız denize cepheli binalar bir yanınız ufka doğru uzanmış Edremit Körfezi, Midilli adası…
Sezonu erken açmış insanlar deniz ve güneşin keyfini çıkartırlarken içime mayo giymediğime pişman olmuştum.
Bu düşünceyle kumsala doğru yürüdüm.Eh, deniz bana gelecek değildi ya…
Ayakkabımı, çoraplarını çıkartıp paçalarımı sıvadım. Suyun soğukluğu ayaklarıma canlılık kazandırmıştı. Epey bir yürürken gözüm renk renk çakıl taşlarındaydı. Ne çok toplamıştım yıllar önce. Sudaki canlı renkleri kuruduktan sonra farklıydı. Ben böyle gözlerimi gezdirirken kumların içine tamamı gömülmüş olarak duran, sarı parlak bir nesne gözüme çarpmıştı.
Eğildim elimle kumları temizlediğimde açığa çıkan nesnenin, altın bir burgu bilezik olduğunu gördüm. Onu elime alıp kumlardan temizlerken bir yandan düşünüyordum: ‘Acaba altın mı, imitasyon mu?’
Bileziği evirip çevirmeye başladım. 22 ayarı görünce hazine bulmuş insanlar, gibi içim bir şen oldu ki sormayın.
Duyumsamış olduğum sevinç çok kısa sürmüştü. Nereden geldiğini bilmediğim bir kanat çırpınışı ve ardından avucuma sert bir gaga darbesi ile geriye doğru sıçramıştım.
Dengem bozulmuştu. Geriye doğru düştüm. Artık denizdeydim. Sırtım ve pantolonum tamamen deniz suyuyla ıslanmıştı. Şaşkınlığım kısa sürmüştü.
Bay mı, bayan mı martı avucumda ki bileziği kaptığı gibi denize doğru havalanmıştı. Bakışlarım onu izlerken kıyıdaki insanlar koşarak yanıma gelmişlerdi. Yarı oturur bir pozisyondayken onlar “Bir şeyiniz yok ya hanımefendi,” diyerek beni kaldırmışlardı.
“Sanırım onu simit sandı!”
“Neyi?”
Sustum.
Yanıt veremeyeceğim keşfimi, onlarla paylaşmak istememiştim.
Zaten onlar da benim ne demeknistediğimi anlamamışlardı.
Ama ben anlamıştım.
Emine Pişiren/ Akçay