“İNSANA SADÂKAT YAKIŞIR GÖRSE DE İKRÂH,
YARDIMCISIDIR DOĞRULARIN HAZRETİ ALLAH.”
BEYİT (EHL-İ DİL)
Ecdat o kadar güzel eserleri miras olarak bize bırakmış, sadece bir Fatiha isterler.
Atalarımız, dedelerimiz, ana/babalarımız, nice âlim, ilim erbâbı, Ehl-i Dil, Ehl-i Kelam, Allah/Peygamber dostları, geride silinmez iz bırakmış, boş kubbede hoş birer seda olmuşlardır.
Onların eserlerini okumadığımız veya okuduğumuz halde yaşamadığımız için, asrın hüsranı, kaosu bizi bu hale getirdi, her kafadan bir ses, her ağızdan bir laf yükseliyor.
Sâdık değiliz, sadakat gösteremiyoruz.
“Ahlaklı ve erdemli bir hayat için vazgeçilmez ilkelerden birisi de hiç kuşkusuz doğruluk ve sadâkattir. Mümin, özü ve sözü doğru olandır. O, dilini yalan, gıybet, boş ve kötü sözle kirletmeyendir. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Her kim Allah ve Resul’ünün kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru olsun.”[2] ifadesiyle müminde bulunması gereken sözün sadakatine vurgu yapmıştır.
Doğruluk, sadece dilden dökülen sözcüklere bağlı değildir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hak ve hakikati tasdik etmektir. Söylediğimiz doğru söze uygun davranışta bulunmaktır. Sözümüzde durmaktır. Yüce Allah’ın “Onlar emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.”[3] âyeti ile müminleri vasıflandırdığı erdemli bir duruştur sadâkat.
Beşeri münasebetlerde çıkarların daha çok önemsendiği, bireyselleşerek “biz”in kuşatıcılığından “ben”in yalnızlığına savrulduğumuz zamanlarda doğruluktan ayrılmayan, her hâliyle dürüstlüğü ve sadâkati yaşatan, Allah katında “sıddîk” olarak kayda geçer. Yalan ve hile ile hareket etmekten çekinmeyen ise Allah katında bu kötü hâli ile anılır. Neticede Efendimizin dile getirdiği gibi sadâkat mü’mini Cennete ulaştırırken yalanın götüreceği son durak ise cehennemdir.[4]
Müminin sadâkati öncelikle kendisini yaratan Rabbinedir. Sadâkat ehli mümin, daima Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle hareket eder. Her durumda O’nun buyrukları doğrultusunda yaşar. Rabbinin hoşnut olmayacağı durumlara düşmekten ateşe atılırcasına korkar. Hayatın anlamını O’na kullukta bulur.
Hidayet yolunun kutlu rehberine sadâkat gösterir mümin. Baş tacı eder, onun hakikat adına tebliğ ettiklerini. En güzel örnek bilir O’nu ve erdemli duruşunu. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve daha nice sâdık müminler gibi.
Ana ve babasına sâdıktır mümin. Her türlü zorluk ve meşakkate katlanarak kendisini yetiştiren ebeveynine hürmet eder. Hastalıkta ve sağlıkta her daim yanlarında olur. Yardımlarına koşar. Hizmetlerinde bulunur. Bunları ibadet aşkı ile yapar. Onlara karşı “öf” sesi bile dökülmez dudaklarından.
Allah’ın birer emaneti olan eşine ve çocuklarına karşı sadâkat sahibidir mümin. Sadâkatinin bir gereği olarak sorumluluklarını yerine getirir. Onların hak ve hukukuna riayet eder. Onları ihmal etmez.
Mümin, çevresiyle olan ilişkilerinde de emin olarak bilinir. Herkesin hak ve hukukunu korur.
Bu Cama günü şu soruları kendimize soralım:
“Rabbime vermiş olduğum kulluk sözüme ne derece sâdık kalabildim? Peygamber-i zişânın güzel ahlakıyla yeterince hemhal olabildim mi? Anne ve babama, eşime ve çocuklarıma karşı sorumluluklarımı hakkıyla yerine getirebildim mi? İşime, işverenime, işçime ve iş arkadaşıma sadâkat gösterebildim mi?”
[1] İbn Hişâm, Sîret, II, 244-245.
[2] Abdürrezzâk, el-Musanef, No: 19748.
[3] Mü’minûn, 23/8
[4] Müslim, Birr ve sıla, 105
[5] Mâide, 5/119.
(CUMANIZ MÜBÂREK OLSUN, FİTNE ATEŞİ SÖNSÜN!-AMİN! )