Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Hata yapmadığımız gün hangisidir?. Sizce…
Bence… Yarının henüz hiçbir hatanın yapılmadığı yeni bir gün olması fikri güzel değil mi?.
İşte demem odur ki: bu gün yaptığımız hatları akşam olunca şapkamızı önümüze koyup düşünelim onlardan ders alalım ki yarına hataları değil dersleri taşıyalım…
Bence iyi fikir… Sizler için nasıl ben bilemem tabi ki!…
Neyse konuya taşınalım biz… Bakalım neymiş konu demeyin, işte Asalet ve Merhametin simgesi olan:
SADAKA TAŞI
Sadaka sözcüğü Türkçede “insanın kendi tercihi veya isteğiyle muhtaç (ihtiyaç sahibi) kişilere karşılıksız olarak verdiği nakdî veya ayni yardım (para veya eşya yardımı)” anlamında kullanılır. Sadaka kimi zaman zekât sözcüğü yerine onun eş anlamlısı olarak kullanılmışsa da, sadaka kavramı daha geniş kapsamlıdır. Zekât İslam’ın beş şartından biridir ve farz ibadetlerdendir. Fitre ise, bedenin zekâtı olmak üzere, ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi gerekli bir vecibedir. Bu nedenle sadakayı zekâttan ve fitreden ayırmak için çoğu kez sadakatu’t-tetavvu‘ (gönüllü olarak verilen sadakalar) gibi ayırt edici deyimler kullanılmıştır.
Sadakanın nasıl ve ne şekilde verileceği konusu Kur’an-ı Kerim’deki ayetler ve Hz. Muhammed’in hadislerinde açıklığa kavuşturulmuştur: Bakara suresinin 264. ayetinde “… sadakalarınızı başa kakmak ve azarlamak suretiyle değersiz hâle getirmeyin.”; 271. ayetinde “Sadakalarınızı açıktan verirseniz ne hoş! Ama onları yoksullara gizlice verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır…” ve 273. ayetinde “Sadakalar kendilerini Allah yoluna vermiş olan yoksullar içindir. Bilmeyenler, tok gözlülüklerinden (edep ve efendiliklerinden) dolayı onları zengin sanır… Onlar yüzsuyu dökerek (avuç açarak) halktan bir şey istemezler…” denilmektedir. Bunlar hâlini kimseye söyleyemeyen, muhtaç durumda olduğu hâlde başkasından bir şey istemekten çekinen ve utanan “fukarâ-yı sâbirîn”dir (sabredip avuç açmayan yoksullar). Özellikle bunların infak ve tasadduk edilmesine (nafaka ve sadaka olarak verilmesine) özel bir önem verilmektedir.
Sadakanın gizli verilmesi, sadakayı alanın onurunun korunması, başkalarına bundan söz etme vesilesi verilmemesi ve kıskançlıkların tahrik edilmemesi için gereklidir. Hz. Peygamber de, “Sağ elin verdiğini sol el duymamalıdır.” hadisiyle bu konuya dikkat çekmiştir.
Sadaka verirken alanın yüzüne gururla bakmamak, onu gözle rencide etmemek, verileni başkasına göstermemek ve söylememek, asla başa kakmamak, daha fazlasını yapmaya niyetlenmek, yapılan iyiliklerin kul ile Allah arasında kalmasına özen göstermek, eski ve güzel geleneklerimizdendir.
İslam dinine göre zenginlerin mallarında muhtaç insanların hakları vardır. İslami bir yardımlaşma kurumu olan zekât, bu kişilere haklarını vererek malı temizleme anlamına gelir.
Aslında burada zekât verene de alana da mesaj vardır. Bu mesaj; zengin dolayısıyla zekât veren kişinin kibirlenmemesi ve zekâtını verirken ona göre davranması, zekât alan içinde kendine zekât verene karşı mihnet duymamasıdır (Kuran, 2002: 94- 95).
Türk toplumunda İslam dininin etkisiyle şekillenen ve zirve noktasına ulaşan yardımlaşma ve dayanışma geleneği özellikle Selçuklu Devleti ile birlikte kurumsal bir yapıya kavuşmuştur.
Selçuklular döneminde “Ahilik”, Osmanlı döneminde ise “Lonca” olarak adlandırılan meslek örgütleri ve çok geniş yelpazede hizmetler veren vakıflar yardımseverliği kurumsallaştırmıştır (Balıkçıoğlu &
Karacaoğlu, 2007: 122).
İlk vakfın ne zaman kurulduğu bilinmemekle birlikte eski Türkler, Moğollar, Farisiler, İslamiyet öncesi
Araplar, Yahudiler, Romalılar ve Bizans’ta vakıf uygulamalarının olduğuna dair pek çok kaynak bulunmaktadır. İslam kaynakları, ilk vakfın, müminlerden birinin kendisine bıraktığı malın müminlere kullanılması amacıyla Hz. Muhammed (s) tarafından kurulduğunu yazmaktadır. (Akgündüz, 1996: 11).
İnsan maddi veya manevi ihtiyaçları karşılayabilmek için her zaman başkalarının yardımına ihtiyaç duymuştur. Bu sebeple, insanların ihtiyaçlarının giderilmesi toplum hayatının devamı ve huzuru için hayati bir önem taşımaktadır.
İnsanlar, ihtiyacı olan diğer insanlara yardımda bulunma eğilimdedir. Özellikle salgın hastalık, kuraklık, savaş gibi toplumun çoğunluğunu etkileyen olaylar sırasında yardımseverlik çok daha önemli hale gelmektedir.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” inanç ve felsefesiyle kurulan Osmanlı Devleti’nde insan onuru her şeyin üzerindedir. Herkes gibi fakir insanın da bir onuru olduğu unutulmamış, ona, yardım ederken hep bu bilinç ve incelik içinde davranılmaya özen gösterilmiştir.
Sayıları gün geçtikçe azalan ancak bir zamanlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çok sayıda bulunduğu tahmin edilen, ancak günümüzde ne işe yaradıkları, kimler tarafından ve ne zaman dikildikleri hakkında çoğu insanın hiçbir fikrinin olmadığı SADAKA TAŞLARI, gayet sade ve mütevazı olmanın yanında çok derin bir anlam içermektedir…
Hani derler ya bir elin verdiğini diğer el bilmeyecek?
İşte bu sözün maddede canlanışıdır Sadaka Taşları…
Osmanlı toplumu, vakarından dolayı fakirliğini gizleyenlere, ihtiyaçlarını kimseye açamayanlara, “alan
el” olmanın ezikliğini yaşatmamak ve onları istemek zorunda bırakmamak için gayet zarif bir yardım yolu olarak “Sadaka Taşı”nı geliştirmiş..
Sadaka taşlarının onur ve vakarından dolayı ihtiyaçlarını kimseye açamayanlar için düşünülmüş fevkalade zarif ve çok incelikli bir yardımlaşma aracı ve korunması gereken bir kültür varlığı olduğu kuşkusuzdur…
Fakirler sadaka taşında birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak, kalanını başkalarına bırakmaya özen göstermişlerdir. Bu kanaat ve diğergamlık her türlü takdire layıktır. (Özönder, 2000: 155- 161).
Türk kültüründe “sadaka taşı” adıyla bilinen yardımlaşma sistemi, dilenciliğin önlenmesi ya da en düşük düzeye indirilmesi için alınmış bir önlem niteliğindedir. Bu taşlar kimi yerde zekât taşı, hacet taşı, fukara taşı, hayrat deliği, hacet yeri, ihtiyaçgâh ve zekât kuyusu diye de anılmaktadır. Bu amaçla halkın kolayca ulaşabileceği camilerin, çeşmelerin, köprülerin, kimi türbe, tekke, hazire, dergâh, han, hastane ve bakımevlerinin, kimi zaman da sık geçilen sokakların bir köşesine küçük taş sütunlar dikilir. Bunların üst yüzleri üzerinde küçük bir çukur (hazne) bulunur. İsteyenler sadakasını buraya bırakır; ihtiyacı olup da sadaka isteyemeyen kişiler ihtiyacı kadar parayı buradan alarak sıkıntısını giderir. Parayı bırakan da, parayı alan da kimsenin görmemesi için çoğu kez gece karanlığını tercih ederler. Bu zarif yardımlaşma aracı “alan el”i utanç ve eziklikten, “veren el”i gurur ve riyadan korur. Bu bir sivil toplum dayanışmasıdır. Taşlar, bulundukları yere halk tarafından yerleştirilmiştir. Verenle alanı birbirine muhatap etmeyen bu yardımlaşma sistemi, yalnızca zenginle yoksul arasında değil, aynı sosyal statüye sahip insanlar arasında da işlemektedir.
Osmanlı Devletinde insan merkezli mahalle anlayışının en güzel yansımalarından olan Sadaka Taşlarından payitaht Edirne’de de bir adet bulunmaktadır. Genellikle cami etrafında bulunan ve üzerinde para koyabilecek bir oyuğu bulunan sadaka taşları, mesaisine akşam karanlığında başlardı. Dar ve çıkmaz sokaklı Osmanlı mahallesine karanlık çöktüğünde canlanırdı sadaka taşları.
Sadaka Taşlarına parayı bırakanlar da en az parayı alanlar kadar haysiyetli ve onurlu kişilerdir. Çünkü ihtiyacı olan kişi sadaka taşından sadece ihtiyacı kadarını alır ve diğer ihtiyaç sahiplerini de düşünürdü. Hatta 17. Yüzyılda İstanbul’u anlatan bir Fransız gezgin, karşılaşmış olduğu medeniyet karşısında afallamış olduğundan olacak ki takip etmiş, sadaka taşının üzerinde bulunan paraların tam bir hafta boyunca yerinde kaldığını belirtir.
Günümüzde Sadaka Taşlarının büyük kısmı bir kenarda unutulmuşlardır. Bir kısmı da değişen dünya şartları ve sosyal, kültürel hayat sebebiyle kullanılmaz hale gelmiştir.
Kullanılmadıkları için neye yaradıkları bilinmediğinden kıymeti ve görevi anlaşılamayan bu fazilet abidesi sadaka taşlarından mevcut olanlarının koruma altına alınması ve kendi kültürüne yabancılaşmış “askıda kahve ”ye bakıp “askıda ekmek” kampanyası düzenleyerek Batı’yı taklit etmeye çalışan yeni nesillere tanıtılması gerçekten takdire şayan bir hizmet olacaktır…
Bir zamanlar üzerinde her daim paranın bulunduğu sahipsiz bir taştan kapkaççılığın profesyonel bir iş olarak algılandığı ahir zamanlara geldik.
Ve sağda solda, yazılı görsel basında kasıla kasıla “benden şu kadar milyon” yardım demesinden sonra ekran başında pazarlıkları görür olduk.
Nerede kaldı “bir elin verdiğini diğer el bilmeyecek?” atasözümüzün anlamı. Ya da sadaka taşlarımız.
Yaşarken öldürdünüz insanlar be!..
Sadaka taşları Anadolu’nun birçok şehrinde var. Ben birçoğunu gördüm. Ama sanırım en çok İstanbul’da var. Şimdi derim ki kasıla kasıla şu kadar milyon benden diyenler İstanbul’da gidip o sadaka taşlarının başında biraz düşünsünler geçmiş tarihimizi ve dahi özellikle Müslüman bir ülke olduğumuzu…
İnsan sırf biyolojik bir varlık değildir. Onun duyguları ve tabii toplum içinde bir yeri vardır. Zaman zaman kameralar önünde yapılan yardımları ihtiyacı olduğu için almak isteyen ama aynı zamanda da kendi kimliğini saklamaya çalışan birçok insana rastlamak mümkündür. Osmanlı toplumu ve onun bakiyesi olan Anadolu insanı veren el olmayı hep alan el olmaya tercih etmiş, bununla huzur bulmuştur.
Almak mecburiyetinde kaldığında da bunu asla bir istismar yolu olarak görmemiştir.
Dostlarım bir zamanlar yazılı basında şu iki haberi okumuştum. Ve gözlerim dolmuş tüylerim diken diken olmuş. Orada ki bu uygulamayı yapan okul idarecileri öğretmenlerimden gurur duymuştum…
Birisi şu anda depremin merkezi olan Kahramanmaraş’ta bir okulda başlatılan Osmanlı geleneği “sadaka taşı” uygulaması.
“Merkez Dulkadiroğlu ilçesindeki Şehit Öğretmenler İlkokulu Müdürü Erol Yorulmaz’ın girişimleri sonucu, okulun bir köşesine, Osmanlı devleti zamanında da uygulanan, ihtiyaç sahiplerinin yararlanabilmesi için para ve benzeri şeylerin bırakıldığı sadaka taşı yerleştirildi.
Uygulamanın okulda öğrencilere anlatılmasının ardından, özellikle ailelerinin maddi durumu iyi olan çocuklar buraya harçlıklarını bırakmaya başladı.”
Ve ikinci olarak:
“Sadaka Taşı kültürü Rize’de Fatih Anadolu Lisesi’nde yeniden hayat buldu. Öğretmenler tarafından bir kütüğün üzerine oturtulan pileki taşı sadaka taşı olarak kullanıldı.
Üzerine ise ‘Değerli öğrencilerimize! Parasını kaybeden, harçlığı olmayan, dolmuş parası olmayan… Sadaka taşından ihtiyacınız kadarını karşılayabilirsiniz” ifadelerinin yer aldığı bir not asıldı.”
Dilerim bu davranış şekli her okulumuza yayılır ve uygulanır hale gelir…
Ha unutmadan söyleyeyim, bu sadaka taşı konusunu araştırmalarım esnasında gördüm ki; Osmanlı başkenti olan İstanbul’un hemen hemen her semtinde bulunan sadaka taşlarına Anadolu’nun çoğu eski yerleşim yerlerinde de rastlamak mümkündür. Yani bulmakta zorlanmazlar kasıla kasıla, göstere göstere yardım yapan yardım severlerimiz. Düşünmek için vaktiniz az mı çok mu Rabbim bilir…
“İyi insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki dünyayı iyilik beklenmesin.”
Hayatımızın değeri yaşamı paylaşmakla daha bir anlam kazanır ve hepimizin içinde kocaman bir sevgi yumağı vardır mutlaka, buradan yola çıkarak sevmek en başında inanmaktır, güvenmektir. Sevginin değeri sevilenle paylaşılabildiğinde ortaya çıkar bana göre…
Dün geçti yarın da henüz gelmedi. Dün için yapacak bir şey yok…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, insanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevgilerin en güzeli sizinle, mutlulukların en güzeli yanınızda, huzurun en güzeli içinizde olarak yaşamanız ve hep sevgiye, hep aşka yelken açmak ve yaşlanmayan hayallerde kalmanız dileğiyle___
Yarına sağ çıkacağımız belli değil. Günün kıymetini bilelim…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel… Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler ve muhteşem geçirmenizi dilediğim bir Salı gününüz olsun. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbetle dolsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#
Yararlanılan kaynakçalar.
Sevim, N. (2011). Medeniyetimizde Toplumsal Dayanışma ve Sadaka Taşları.
İstanbul. Kitap Dostu Yayınları.
Duman, A. (2008). “Sadaka” Maddesi. Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, İSAM.
Kazıcı, Z. (2008). “Osmanlıda Hayır Müesseseleri ve Sadaka Taşları” İnsani Yardım. Sayı: 35. Ve yazı içinde belirtilenler, diğerleri…