Tablolarını sevenleriyle paylaşmak için sergiye götürecekti. Ta ki, o büyük yıkıma kadar. Büyük yıkım onu, moral olarak, alt üst etmişti. Çünkü “felaket geliyorum, demezdi” Dağları bile birbirine yaklaştırdığı felaket.
Yaşantısı, renksiz ve sisli bir tabloya dönüşmüştü. Alt üst olmuş dünyasıyla ilgili hayal kırıklığı yaşıyordu. Tabloları da hayatın acıların acısına, yenik düşmüştü.
Enkazda ancak, tabloların parçalarını arayabildi. Bulacaklarını sergiye taşımayı aklına koydu. Yalnız parçalara erişmeyi düşlüyordu. “Hayale yolculuk” adıyla, onları, turistlere sunacaktı. Şehirler, Kasaba ve köyler kan ağlarken, “sana geldim,” diye başka bir bölgedeki şehre, gösteriye gidemezdi.
Sisli bir yola girmişti. Yine de hayata tutunma adına, emeklemesi gerekiyordu. Emekliyordu acılarını yaşayarak, anılarını parçalar halinde sergileyecekti. Parçalanmış anıları bile yüreğini yakıyor ve ayakta duramıyordu.
Atölyesinden eser yoktu. Boya kokusunun geldiği enkaz, onu tabloların parçalarına sürüklüyordu. Enkaza karşı, direnemiyor ve eli ayağı titriyordu. Elinde kalan simetrik tabloları, acılarına merhem oluyordu. Çünkü bu tabloları, baş şehirde gösterideydi.
Büyük yıkım, yakınlarıyla ilgili yaşam tablolarını da söndürmüştü. Onları arayacak gücü, kendinde bulamıyordu. Bu duygusallıkla, çığlık çığlığa başka bir yöreden gelmiş arkadaşlarıyla karşılaştı. Onlarda da yüzler solgun ve ruhen enkazın derinliğindeydiler.
Büyük şehre mi gitseydi, yoksa yöreye dönebilir miydi? Yaşadığı ruhsal çöküntü ve çaresizlik onu büyük bunalıma itmişti. Hayalet gibiydi ne diyeceğini bilemiyordu. “Sanatçının yıkıntısı” adını verdikleri enkazda, o ateş, içini yakıyordu.
Umut dünyası dönmekten vaz geçmiyor ve döndükçe dengesini kuramıyordu.
Solgun çehreler, çökmüştü. Solgun ve soluksuz bir alemi yaşıyordu. Karanlıkta kalsa da inançla yaşantısını sürdürecekti. Gerçek olan, dönen dünyayla mutluluğu yakalamaktı.
Duygularının esiri gibiydi. Tablolarının tozlarında geziniyor ve onları tasarlıyordu. Tepetaklak bir yaşantıyı devam ettirmenin bir anlamı yoktu. Tutarlı kalmanın yollarını bulmak zorundaydı. Bundan sonra, sanatını “ekmek parası” için yapacaktı.
Acıların derinlerde seyrettiği, netti. Bu derinlik, yaşantısının birçok, ayrıntısına yansıyordu. Anıları parçalanmış ve enkaz olmuş yatıyordu. Üzüntüsü paylaşılacak gibi değildi. Tabloların, parçalarıyla, teselli buluyordu. O gün, yaşama sevincini paylaştığı, fırçası eline geçmişti.
Fırçasıyla enkaza açtığı, tablonun başına geçti ve güzel dokunuşlar ile renkli bir tablo yarattı.
Çünkü kabiliyetler, asla körelmiyordu.
Hasan TANRIVERDİ