Son günlerde ard arda alınan kararlarla değişik, yeni bir idarî düzleme girdiğimizi anladık. Bu durum, bir gece bir kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle daha da netleşti.
Anlaşılan o ki, bir dönem çıkartıldığı söylenen Millî Görüş Gömleği tekrar giyildi. Siyasal İslâmcı kimliğe geri dönüldü. Bu kimliğin hedefi Osmanlıya geri dönmek. Ütopyası da her anlamda Osmanlı olmak. Padişahtan bile daha geniş yetkilere sahip Tek Adam Rejimi yaratmak. Türk tipi Başkanlık Sistemi denilen yönetim biçimi. Bunun için başta, islâmî kimliği önde olan partilerle birlik yaratılmak isteniyor. Fakat bu anlamda gerekli değişiklikler yapılmak istenirken, hiçbirimiz tarafından reddedilmeyen, uzun bir dönem dünyaya nam salmış bir İmparatorluk olan Osmanlı’nın yönetim ve işlevsel yapısı tam olarak biliniyor mu? Sanmıyorum, göremiyorum. Hedef alınması gereken Yükseliş ve Gelişme Dönemi nasıldır, bu süreçte Osmanlı’nın hukuk, sosyal, adalet, ekonomi anlayışına vâkıf olunmadığı da anlaşılıyor. Buna paralel olarak, Osmanlı’nın neden varlığını sürdüremediği, neden yıkıldığı da önemsenmiyor, dikkate alınmıyor. Temel ve genel olarak Osmanlı, her alanda çağının, zamanın gereklerine uygun yeniliğe, değişime ayak uydurmadığı uyduramadığı için mevcudiyetini kaybetmiştir. Tıpkı bugünlerde yaşadıklarımız gibi. Buna en güzel örneklerden biridir İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme. Büyük bir toplumsal sorun olan kadın, çocuk taciz ve cinayetlerini önlemeye yönelik olan ve toplumda büyük bir kesimin desteklemesine rağmen. Başta iktidar partisi içindekiler olmak üzere bu karara karşı gelen herkes CAHİL olarak nitelendirildi. Bu davranış, devrin tekâmülünün, gelişmelerinin bilinmediği anlamına gelir. İşte asıl CAHİLLİK burada başlıyor…
Sosyal Bilimler, Doğal Bilimler ya da Matematiksel Bilimler gibi değildir. Sosyoloji ya da Siyâset Biliminin verileri Fizik Kuralları, Matematik verileri özelliklerini taşımaz, değişkendir. Yâni 2×2 yüz yıl önce de 4’dü, bugün de 4, yarın da 4 olacak. Su, yüz yıl önce de 0 derecede donuyordu, bugün de, yarın da 0 derecede donacak. Hâlbuki Sosyoloji ve Siyâset dönemsel olayları, koşulları içerir ve değişir. Herhangi bir laboratuvar çalışması ya da oluşturulacak şartlar yoktur. Aynı şartlar oluşamaz. Başka bir deyişle; Dünya aynı değil, insanlar değişti, düzen değişti. Demokrasi anlayışı oluştu ve ilerledi, İnsan Hakları anlayışı genişledi ve çok önem kazandı, Teknoloji çok gelişti ve gelişmekte. Böylece Küreselleşme doğdu. Bu değişimleri dikkate almadan, yeni dünya düzeninin dinamiklerini önemsemeyerek istediğiniz eski bir yönetim şeklini bugüne uyarlamaz ya da istediğiniz eski yönetimi revize etmeden uygulamaya kalkarsanız başarı olmaz. Ortaçağ ve dinî sistemlere ait inançları bugün yenileme yapmaksızın uygulamanız mümkün değil. Siyasal İslâm anlayışında yenileme yok! Onun için yönetim biçimi olarak, bugün uygulamak mümkün değil. Yani, basit bir örnek olarak, “faiz haramdır” diyemezsiniz. Uygulamada faiz artışları yapılması bir yana, kaldır faizi denildiğinde yapabilir misiniz? Hayır. Dünyaya entegrenin şart olduğu günümüzde, ekonominin gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Hem de her konuda. İstenilen yönetim biçimine haiz olan devletler var. İslâmî koşulların hüküm sürdüğü, şeriatla yönetilen. Neden yatırım, yaşama, menkul/gayrimenkul alımı…gibi konularda tercih edilmiyor? Ben hiç parasını Suudi Arabistan’a götüren bilmiyorum ya da orada yatırım yapmak isteyen, yaşamak isteyen, eğitim almak isteyen.
Güvene dayalı bağımsız bir hukuk düzeni, İnsan Haklarına saygılı, Demokrasinin üst düzeyde olduğu, bilimsel dayanaklarla gelişen, büyüyen eğitim sistemi ile şeffaflık içeren bir yönetim düzeni kurmak zorundasınız. Her alanda devrin şartlarına ayak uydurmak zorundasınız. Batılı ülkelerin tercih edilmesinin yegâne nedeni, sahip oldukları yönetim sistemi olduğu unutulmamalıdır.
Demem o ki; idarecilerin topluma karşı sorumluluğu vardır. Bana göre hukuk, bana göre ekonomi, bana göre adalet, bana göre düzen diyemez. İstenilen güç, adil olmayan bir ortam yaratılıp halkı cahil, yoksul, kısıtlı bırakarak sağlanmamalı. Bu durum, zamanın güçleri olan devletlerin o halka, o ülkeye yapacağı sömürüyü yaratır. Ülkenin güçsüzlüğü, bağımlı olmayı getirir. Amaç, adaletsiz bir ortamda halkın cehaletinin, yoksulluğunun, kısıtlılığının yönetilmesi değil yok edilmesi olmalı. Lider gücünü toplumdan almalı. Onun içindir ki; Lider, toplum konsensüsü ile olunur. Bu da yaratacağınız, her alanda gelişmiş, çağdaş, bilimsel, demokratik ve hukuk düzeninin varlığı ile refah seviyesi yüksek, mutlu insanlardan oluşan toplumda oluşur, kabul görür. İşte o zaman toplumda gerçek Lider olursunuz.
Tıpkı Mustafa Kemal ATATÜRK gibi…