Hükümet üyeleri, referandum hadisesini ağırlıklı olarak 12 Eylül Darbesi üzerine kurunca bazı çevrelerde çeşitli tepkiler ortaya çıkmaya başladı.
Demokrasi sınavı veren toplumlarda bu tür yaklaşımlar normaldir.
Konuya ilişkin en büyük iddia da şu: “Hükümet 12 Eylül Darbesi’yle hesaplaşacağını söyleyerek siyasi prim elde etmektedir. Ucuz bir siyaset yürütmektedir. Oysa zaman aşımı nedeniyle 12 Eylül Cuntası’nı yargılamak mümkün değildir.”
Bu savı öne sürenler, ardından da şu eleştiriyi getiriyorlar: “Mademki sen askeri vesayeti önlemek istiyorsun; o halde 28 Şubat’ı yapan Çevik Bir ve e-muhtıra veren Yaşar Büyükanıt’tan işe başlamalısın. Onlara üstün hizmet madalyası, zırhlı araç ya da Kombassan’da yönetim kurulu üyeliği vereceksin, sonra da 12 Eylül Darbesi’yle hesaplaşacağını ifade edeceksin. Bununla milleti kandıramazsın.”
Bir kere öyle bir dönemden geçiyoruz ki; üzümün sapıyla, armudun çöpü rahatlıkla birbirine karışabiliyor. Zaten bir furya halinde tartışmaya çalıştığımız için de insanların kafası bir hayli karışık durumda…
26 maddesi değiştirilen anayasa, 12 Eylül Anayasası’dır. Biz, bu anayasanın değişikliğini oylayacağımıza göre 12 Eylül Darbesi’yle ilgili konuların gündeme gelmemesi mümkün müdür? O dönemde çekilen acılar da, o dönemin askeri zihniyetiyle hazırlanan anayasa da elbette konuşulacaktır.
Hükümet sadece 12 Eylül’le değil, tüm askeri darbe düşüncesinde olanlarla mücadele edileceğini iddia etmektedir.
Peki, bu 26 madde oylanmadan, yani sivil irade bu anlamda yetkiye kavuşmadan 12 Eylül’le birlikte, 28 Şubat’larla, e-muhtıralarla hesaplaşması yönünde hükümetten nasıl bir girişim beklenebilir?
Ya da 26 maddeye “evet” dendikten sonra adı geçenlerin yargılanmayacağını nereden biliyoruz?
Korkarım siyasi atmosferi sonuna kadar yaşadığımız şu günlerde birbirimizi anlamakta yeterince zorlanıyoruz. Dinlemeyi bilmediğimiz gibi, kendi düşüncemizin haklı olduğundan yola çıkarak konuştukça konuşuyoruz.
Yargı konusuna girmiyorum. Çünkü bu sütunlara sığamayacak kadar bir başka devasa konudur. Başka bir yazımda ona da değinmeye çalışacağım.
Bu güne kadar Türk insanı olarak korku politikalarıyla sindirilmeye çalışıldık. Millet adına yapılan birçok uygulamada milletin olmadığını gördük. Demokrasi adına yapılan girişimlerde demokrasinin olmadığını gördük.
Bu açıdan bakıldığında hangi görüşten olursak olalım, siyaset üstü bir yaklaşım sergileme zorunluluğu doğmuştur.
Takdir edin veya etmeyin; ancak bir gerçeği kabul etmek gerekir. Bu güne kadar hiçbir sivil hükümet, bu derece masaya yumruğunu vurmamıştır. Bunu görmek durumundayız.
Günlük siyasi pencereden bakıldığında mevcut hükümetin birçok yanlışını söylemek, belki mümkündür. Ancak Türkiye’nin hayati kararlar almaya çalıştığı bu kritik dönemde işin bu kısmını aşmak zorundayız.
Aşmak ve ileriyi görmek zorundayız. Çünkü bizi yönetenler her kim olursa olsun, hesap sorabileceğimiz kimseler olmalıdır. Başka türlü demokrasiden söz edemeyiz. Türkiye 21. yüzyılda bürokratik cumhuriyetlerle, askeri vesayetlerle daha fazla zaman kaybedemez.
Hesap soramadıklarımız, kaderimiz üzerinde söz sahibi olamazlar.
Ayrıca en kötü sivil anayasa, en iyi askeri anayasadan daha iyidir. Bunu unutmamak gerekir.
Bu arada, “Dokunulmazlıklar, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu neden değiştirilmiyor?” diyenlerle beraberim. Bu da Türk demokrasisinin bir ayıbıdır. Bir an önce uygar bir düzenlemeye şiddetle ihtiyaç vardır.
HOŞÇAKALIN