İlkin şunu belirteyim ki, bu ve buna benzer soruların tek bir cevabı yok!
Şu sıralar medyanın büyük bir kısmı da dâhil olmak üzere savaş tamtamları çalıyor!
Devlet cephesinden yapılacak harekâtın salt PKK’yı kapsamayacağı, PKK ile aralarına mesafe koymayanları da kapsayacağı bildiriliyor.
Yani topyekûn bir saldırı: Topuyla tüfeğiyle, savcısıyla emniyetiyle, basınıyla vs.
Bu konuda ciddi bir kamuoyu desteği de sağlanmış durumda.
Siyasete hâkim olan dil, tam da 90’lara benziyor!
Hele şu Kandil’e yapılan hava harekâtı için medyadaki haberlere baktığımda, 90’ların tipik bir savaş propagandasının ve yalanlarının tekrarını görüyorum.
Bugün bu hava harekâtını övenler, bilmem şu kadar hedef vuruldu, inlerinde kıstırıldı diyenler, İslamcısından laisistine, milliyetçisinden muhafazakârına dek, savaşın o kirli dilini öylesine içselleştirmişler ki; topyekün bir körlük yaşadıklarını ve özellikle bir yanılsama içinde olduklarını düşünüyorum!
Evet, bu cenah PKK’nın çatışmacı dili karşısında propaganda savaşını kazanmış gözüküyor. Çünkü neredeyse herkes ağız birliği etmişçesine tam da barışa en çok yaklaşıldığı bu dönemde, tam da Apo’nun büyük bir barışa imza atacağız dediği günlerde PKK, saldırılarda bulundu ve barış ortamını bozdu diyorlar.
İlk bakışta doğru bir tespit!
Ancak bu görüntünün altı deşildiğinde pek de öyle olduğunu sanmıyorum.
Dolayısıyla PKK ne yapmak istiyor sorusunun doğru cevabının, Hükümet ne yapmak istiyor sorusundan geçtiği kanısındayım.
Artık 3. defa hükümet olan AKP’nin gittikçe iktidar olması, yani aynı zamanda muktedir olması nedeniyle, devlet/hükümet ayrımını koymuyorum.
Elbette Kürtler, PKK, BDP kesiminde olsun; devlet, hükümet, AKP kesiminden olsun, tek bir görüş, tek bir tavır yoktur, olamaz da! Toplumsal süreç böyledir! Ama bunların içinde dönem dönem ağır basan kesimler, görüşler vardır.
Şimdi savaş isteyenler ağırlıkta!
Bu noktaya nasıl gelindi?
Mesele bir açıdan çok basit ve açıkça ortada duruyor.
Ülkemizde tarihi bir Kürt sorunu var!
Bütün olagelenlerden sonra AKP hükümetleriyle birlikte sorunu aşma doğrultusunda mesafe katedileceği ortamlar doğdu.
Ancak ne yazık ki AKP’nin, bu sorunun çözümüne dair bir programı yok!
İşte “açılım” dediği pratiğin kadük olması, PKK’den dolayı değil, hükümetin basiretsizliğinden, program yoksunluğundan dolayı oldu!
Sorunun devletin vereceği birkaç ulufeyle (TRT Şeş vb.) ve ortak Müslüman kimliğinin sunduğu avantajlarla çözülebileceğini sanan Başbakan ve AKP, bunların bir çözüm üretmediğini gördüler. Yerine başka bir seçenek de koyamadılar!
Başbakan, seçimlerde daha çok oy almak, MHP’yi baraj altına bırakmak gibi kaygılarla milliyetçilere taş çıkartacak bir dili kullandı.
Seçimler sürecinde ve sonrasındaki dile ve tavırlara baktığımızda, 1990’ların devlet dilinden pek bir farkı olmadığı görülmekte.
Başbakan ve AKP, seçimlerdeki başarısının sarhoşluğuna kapılarak yukarıdan bakan, siz de kim oluyorsunuz demeye getiren bir dilin kullanıcıları oldular. Muhalefete karşı bir horlama, bir öteleme ve BDP’ye karşı da bir aşağılama tavrına girdiler.
AKP, YSK’nın kararına işte bu büyüklenme havasına kapılarak düştü!
YSK’nın kararı AKP için de, BDP içinde bir kement oldu.
Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin YSK tarafından iptal edilmesinin arkasından, AKP’nin Diyarbakır’daki adayı koşarak gidip mazbatasını aldı.
KCK tutuklamaları ve davaları zaten devam ediyordu.
Bütün bu olanlar karşısında Başbakan, YSK’nın kararını sayısal avantaja döndürmeye girmeseydi, sorunu doğuran yasanın değiştirilmesini önerseydi, seçimlerin pragmatizmi gereği kullandığı milliyetçi dili gevşetseydi, demokratik bir anayasa yapılmasının sözünü yüksek sesle ve güvenilir bir şekilde verseydi, acaba bu olanlar yine olur muydu?
Nihayet Başbakan, “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” dedi!
Hani derler ya, sözün bittiği yer!
PKK’nın ne yapmak istediğini doğrusu tam olarak bilemiyorum.
BDP’nin politikayı kilitleyen saçma sapan açıklamaları var. İnisyatifsizer, beceriksizler vs.
Ancak hükümetin de, Kürt sorununu demokratik bir çözüme kavuşturma niyet ve planının olmadığını biliyorum. Ya da bu konuda çok yetersiz bir iradeye, donanıma ve bilince sahip olduğunu sanıyorum.
Şimdi savaş tamtamları çalıyor!
Ölenler bizim çocuklarımız!
Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Ve şimdi bir fasit dairenin içerisine düşmek üzereyiz.
Evet, 90’lara dönmeyeceğiz ama 90’lardan da ileri gidemeyeceğiz!
PKK şiddeti kesinlikle bitirilmeli!
Ancak bunun, “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” anlayışıyla yapılabileceği düşünülüyorsa, o zaman buyurun Sayın Başbakanım!