Çalışmaya küçük yaşta atılmıştı. Çilesine rağmen, yine de yaşama tutunmayı başarmıştı. Emekli,” dalga durdurulamaz; ama denize meydan okunmalı,” derdi.
Bir zamanlar, tezgâhını kurmuş, sebze ve meyveleri için koşturuyordu. Kalite için, bilgi elde etmek adına deneyimlilerden soruşturuyordu.
Bedeninin kaybettiklerini, stres olarak yorumluyordu.
İşin başında başkası da durabilir miydi? sorusunu, her an kendime yöneltiyorum. “İnsan kendini tanımalıdır. Eğitimli insan, yenilikleri geliştirir ve inanarak olayı yürütür. Doğru kararlar alır ve uygulamada yanlışa düşmez” diyordu.
Tezgâhında; yol gösteren ve gayretlerini esirgemeyen büyüklere dua ediyordu. Bu sayede çevreden olumlu tepkiler alıyor ve yüzü gülüyordu. Çocuk yaşta dalgalarla yükseldim, bazen de düştüm. Fakat her düştüğümde, kalkmasını bildim, diyordu.
Emekli namazla kalkıyor ve ilk ışını tarlada gözlüyordu. Yaz sebzelerinin gerisi kalmamıştı. Marketler, pazarcılığın da çivisini çıkarmıştı. Sebze ve meyveyi soğuk hava deposunda saklıyor ve istedikleri zaman çıkarıyorlardı. Fiyatları kendileri belirliyor ve üreticiyi devre dışı bırakıyorlardı.
Emekli yağmurluk, şemsiye ve uygun ayakkabısını poşete koyuyor ve evden çıkana kadar birkaç defa pencereye varıp havayı kontrol ediyordu. Gözlemlerini teyit ettikten sonra, pazar arabasıyla çıkıyordu.
Emekli her zamanki gibi kaldırım taşlarını sayarak yürüyordu. Yolda kimseyi görmemek için karşıya, duymamak içinde yana dönük yürüyordu. Çevresinden kokular alınca, adımlarını sıklaştırıyordu.
Fiyatları ve malın kalitesini karşılaştırıyor ve hangi tezgâhtan neyi alması gerektiğini planlıyordu. Sebze alacağı tezgâha da kendine göre isimler veriyordu. Böylece nereden ve ne alacağını unutmuyordu.
Girişteki, hamsi gözlü, yılışık adamdan lüfer, karşısındaki, tavşan gibi sıçrayarak yürüyenden, marul ve havuç alıyor.
İleride, ağzı kapanmayan, çekiç kafalının da muz ve elmalarına bakıyordu.
Yandaki göbekliden de mandalina ve portakal almaya çalıştı. Çünkü seçtin diye kavga ediyor ve aldıklarını geri koyup kendisi vermeye kalkıyordu. Sol taraftaki kalpazan kılıklıdan ise, nar ve ayvalarını gözleyecekti. Yandaki tezgâhın, tip kütüğü ve oğlundan da lahana ile pazı alacaktı.
Peyniri, kızıl derili şarlatandan almak istiyordu. Fakat ona bir türlü sıra gelmiyordu. Kızıl derili, çöldeki Firavun fareleri gibi sürekli kafa çeviriyor ve peynircileri kontrol ediyordu.
Pazarcı bozuk sebzeleri, çöp kovasına atan tezgâhtara baktı. “Deniz bile çöpünü kıyıya atıyor,” dedi. Sergisi geçen hafta düzenli olanın bu hafta da özelliğini koruyordu. Demek ki düzenli ve temiz insan her zaman ve her yerde aynıydı. Haksızlığa karşı prim verilmez. Hoş görüşsüz insanlarla işim olmazdı. Yenilikler uyum gösterecek bir dönem geçirir, dedi.
Yaşlı aslana benzeyen kişiye, portakalların sulu mu? diye sordu. Aldığı cevap pazardaki tüm olumsuzlukların toplamına karşılık geliyordu. Aslanın tezgâhında dikilip almadan ayrılırken, bir insanı tanımak, ona bakmakla olmaz. İç dünyasını ve düşüncesini bilmek gerekir, dedi.
Zeytin almak için, ”buz adamın” yanına vardığında, “zeytin az kaldı,” cevabıyla karşılaştı. Yanındaki kokarcadan, bir bağ sarımsak aldı. Bu son olsun derken, aynı anda, düşüncesini doğrulayan sağanak yağmura tutuldu ve sırılsıklam oldu.
Elmanın sapı, ayvanın kabuğu, narın kırmızısı, muzun rengi ve mandalinanın parlaklığı bilgisini, belleğinden sildi.
İyi oldu, çektiğim çile yanıma kâr kaldı, dedi.
Hasan TANRIVERDİ