Ülkemizin her il ve ilçesinde umumi pazarlar olur. Hep belirlenen günde kurulan bu pazarlar gün isimleriyle anılır. Salı Pazarı, Perşembe Pazarı gibi.
İllerde kurulan pazarlarda hemen yiyecek maddeleri başta olmak üzere “Yok, yok” dedikleri mallarla doludur. Her semtte kurulan pazarlara belediyeler denetimleri kendilerinde olmak kaydıyla yer gösterirler ve kolaylık sağlarlar.
Buralarda ticaret yapan kişiler sabit olup belirli bir iş yerleri yoktur. Yukarıda da bahsedildiği gibi ismini kurulduğu günden alırlar.
Terme’de kurulan Pazar, sadece tek gün olduğu için ismini filanca pazarı diye değil de “Pazar” veya “Terme Pazarı” olarak alır. Buna benzer adlandırmalar da olur. Nihayetinde daha çok köylülerin satıcı olarak bulunduğu bu yerlere “Köylü Pazarı” denildiği de olmuştur.
Bazı büyük ilçelerde illerde olduğu gibi muhtelif günlerde de Pazar kurulur. Ünye böyle bir ilçedir. Haftanın yedi gününe ait pazartesi hariç bir isimle “Pazar” kurulduğu olur. Çarşamba günü Ünye için genel bir pazardır. Diğer günlerde kurulan pazarlar ise o günün adını alır.
Ünye’de Çarşamba Pazarı haricindeki pazarların en önemlisi, Perşembe Pazarı ve Pazar Pazarıdır. Diğerleri mütevazı bir şekilde kuruldukları semtte yerlerini alır ve bir gün de olsa vatandaşlara hizmetleri olur.
Ben, bazen bu pazarları gözlemlemek için gezer, alıcılar ile esnafın davranışlarına dikkat ederim. İşin aslına bakılırsa öyle cümleler duyarsınız ki; mizah mı, hiciv mi, tespit mi, tenkit mi anlayamazsınız.
Yine bir gün Pazar Pazarı denilen yeri geziyordum. Satıcılar aksan ve bölgenin ağız yapısına göre yüksek sesle malını tanıtıyor, bazen de söylediği sözden ne olduğunu anlamak için sattığı malı görmek gerekiyordu. Zaten doğru telaffuz eden azınlıkta olmasına rağmen müşteriler aynı sesi aynı tezgâhın önünden haftalar boyu geçtiği için anlayabiliyorlardı. Benim gibi gözlem amaçlı orada bulunan varsa satıcının sesine göre karar vermek çok zor oluyordu.
Bir gün bir kavun satıcısının “Şekeri olan almasın” diye bağırmasına anlam verememiştim. İçimden “Niye şekeri olan almasın, evinde şeker bulundurmakla kavunun ne alakası var” diye düşünürken; bir müşterinin “Ben de şeker hastasıyım ama yine de ölçülü olarak tüketiyorum” demesi üzerine “Şekeri olan” ifadenin, “Şeker hastalığı olan” anlamına geldiğini anlamayan bir ben olduğunu anladım.
Başka bir satıcı tezgahtaki balıkları için “Canlı bunlar abiler ablalar” diye var gücüyle bağırırken; başka bir müşterinin ise “Senin için ölmüş balık satıyor diyenler var” diyerek cevap verdiği oluyordu.
Sebze ve meyveler satıcıya göre hepsi de “organikti.” Zaten bu kavramı televizyonda “Çok bilen Kravatlı ulema (!) vatandaşa yanlış öğretmişlerdi. Biyoloji dersine de girmiş biri olarak organik olmayan canlı yoktu. Vatandaş aslında “Suni gübre yok” demeye getiriyordu. Dünyada organik olmayan bir canlı varlık olamazdı…
Bazen mizah olduğu baştan belli olan konuşmalara da şahit olurdunuz. Tezgâhını kurma gayreti içinde olan biri karşı taraftaki muz satıcısına “Bugün siftah ettin mi” diye sorduğunda “hayır” cevabı alınca; “Ben sana bir lira siftah için para vereyim sen de bana büyüğünden bir muz ver” demesi üzerine yanı başında bulunan başka bir esnaf taburesine oturmuş gelen çayı yudumlarken “Bir de büyük ha” diyerek sohbete dâhil oluyordu.
Esnaf müşteri konuşmaları sadece bu kadar değildi. Ancak bize yazmak için tahsis edilen yerin sonuna geldiğimizden geri kalanları da bir sonraki yazılara bırakmaya karar verdim.
Her ne kadar okuyarak bir “yere” gelememiş olan bu kişiler böyle bir “yere” gelse de sohbet esnasında kurdukları cümleler bana şair Nedim’in “Beli söz bilmeziz ama biraz irfanımız vardır” sözünü hatırlatsa bile çok kravatlıdan da “okkalı” söz sarf eden çok bu pazarlarda.
Pazarlarınız bereketli olsun efendim.