Bu nasıl kanundur ki, pankart açan öğrencilere terörist muamelesi yapılıp tüm gençliğini ellerinden alacak hapis cezaları öngörülüyor.
Sonra bu nasıl kanundur ki, yeni gelen savcı ifade özgürlüğü kapsamında görüp gençleri tutuksuz yargılanmak üzere salıveriyor. Ve bu nasıl kanun dur ki, bu kararı veren savcının yeri değiştirilip yeni gelen 15 yıl hapis cezası istiyor. Uşaklar bir lastiğin bile esneme sınırı vardır, zorlarsan kopar. Bizim kanunlar kopmuyor da.. Kopsa da yerine daha genel, objektif, sapma limitleri 360 derece değişiklik göstermeyen yeni hukuka ve vicdanlara uygun yasalar yapılsa…
…………………..
Dönem hesaplaşmaları yakın zaman dilimlerini içerdiğinde ister istemez hukuk zemininden siyaset zeminine kayıyor. Hukuki tartışmalar siyasete malzeme olduğunda, hayat pratiğinde görüldüğü üzere, meşhur özdeyişimiz olan “milli birlik ve beraberliğimizi” pekiştirmekten ziyade ve bırakın “kardeşlik ruhunu”, aynı coğrafyada kader birliği yapmış olan halkların “bir arada yaşama ruhunu” bile her birimiz için tuz ruhuna dönüştürüyor. Bizler güncel hayatın akışı ve itiş kakış içinde bunu göremeyebiliriz, lakin tuz ruhu ruhları tamamen buharlaştırmazsa gelecek nesiller bu süreçten sıkı dersler çıkarmış olurlar..
………………………
Artık eminim, Türkiye yasa yapma yeteneğini kaybetti. Ha, kanun yapıyor. Sayın Bay Netekim ne demişti: “Yok kanun yap kanun!”.
Kanun ve yasa bizim SBF’de hukuk dersleri okuduğumuz yıllarda aynı anlamda kullanılıyordu. Ama 12 Eylül hukukunun/hukuksuzluğunun bizlere bıraktığı olumsuz miraslardan biride “kanun” kelimesinin anlam değiştirmesidir. Kanun devşirilerek/iğdiş edilerek hukuktan bağımsızlaşmıştır. Kanun yapmak artık benim tarafımdan otoriter, hadi çok da haksızlık etmeyelim, bazı uygulamaları otoriterliğe kaçarken çok da titiz davranma ihtiyacı hissetmeyen rejimlerin bir uygulaması gibi algılanır oldu. Yasa ise bana daha yumuşak, daha insancıl, daha vicdani, daha kucaklayıcı ruhunda daha hukuk gözetir gelmeye başladı.
Bu bağlamda kanun yaparken 12 Eylül ürünü Siyasi Partiler Kanunu, anti demokratik Seçim Kanunu ve lider sultasına dayalı Parti Tüzükleri ile istisnasız kendileri zaten anti demokratik yönetilen tüm siyasal partilerin, kanun yaparken hukuku gözetmeleri beklemek.. Ve kanun yapıcılardan kamunun vicdanını temsil eden parlamento dışı Demokratik kitle örgütleri ve akademisyenler ve yasadan etkilenecek ilgili tarafların katılımlarını sağlamaları beklemek..
Söz dönüp dolaşıp liberal demokrasimizin “Kanun Devleti-Hukuk Devleti”, “Çoğunlukçu Rejim-Çoğulcu Rejim” ikileminde tercihini netleştirememesine gelip dayanıyor. İşimize geldiğinde kanun Devleti-Çoğunlukçu devletten yana, işimize geldiğinde Hukuk Devleti-Çoğulcu Rejim’den yana oluyoruz. Dünyanın da çok umurundaydı ya..
…………………….
İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in devrim denecek en büyük hedeflerinden biri “Müslüman Müslümanın Kardeşidir” hadisiyle Araplar arasındaki kabilecilik ilişkilerini ve hukukunu yani kabilecilik geleneğini ortadan kaldırmaktı. Bugün Arapların çoğu Sünni İslam’a göre ibadet ederler ve hatta günlük yaşamlarını düzenlerler. Yani ayet ve sünnet Sünni İslam hukukunda önemlidir. Ama bu ne çelişkidir ki, 1400 yıldır Araplar arasında ne kabilecilik ne kabile hukuku bitirilebilmiştir aksine sıkı sıkıya sahip çıkılmıştır. Hem de gelenek adına, din adına..! Yani Hz. Muhammed’in vefatından ve özellikle Hz. Osman’ın halifeliği döneminden sonra Arap toplumu eski birçok alışkanlıklarına dönmüştür. Hz. Ali’yi ise gariban Haşimi kabilesinden olduğu için halifeliği kendisine zehir etmişlerdir (Peygamberimiz de Haşimi kabilesindendi ve Haşimiler, Kureyş kabilesinin bizim deyişimizle gariban koludur, Mekke’nin yönetiminde pek söz sahibi değillerdi. ). Mekke’de son ana kadar Hz. Muhammed’e direnen Kureyş’in bir kolu olan Ümeyyeoğulları Kabilesi (Emevi) lideri Ebu Sufyan ve oğulları (Hz. Ali’nin halifeliğini tanımayan Muaviye de Ebu Sufyan’ın oğludur) Hz. Osman döneminde yeniden söz sahibi olmaya başlamışlardır. Sonrası bildik şeyler işte.. Demem o ki, İslam’ın sünnetçi kolu, Hz.Muhammed’in en büyük sünneti olan kabileciliği terk etmemiştir. Bunun için olsa gerek bugün dahi burunları boktan kurtulmuyor. Biz çok mu farklıyız?.. Ne bileyim ben… 09.03.2012