ÖZÜR DİLEMEYECEĞİM ÇÜNKÜ…
Ben özürlüyüm.
“Bir insanın sana neler yaptığını unutabilirsin. Ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutmazsın ”
Birkaç gündür psikoanalizin babası ile başbaşaydım. Freud’un bir terapisinde yorumlamış olduğu bu sözünü, epeyi düşündüm. Acaba hangi nedene dayanarak söylemişti? Okuduğum kitabı kapatıp kısa bir an soluklandım.
Söz anılarıma taşımıştı beni. Çocuklarımızı yetiştirirken, anne ve babalarımız bizleri büyütürken; ne çok kalp kırıklıkları yaşadığımız, yaşattığımız anları düşündüm.
Öyle çoktu ki, ama hep unuttuk. Aklımda kalan tek bir cümleyi belkeğimden cımbızla çekmiştim: Çünkü orada en önde şu sözcükler durmaktaydı:
“Madem ki, benden bu kadar rahatsız oluyorsun: O halde beni neden doğurdun?”
Kızımın ergenlik yıllarında bu sorusu sol yanıma isabet etmiş, yaralamıştı. O gün öyle sarsılmıştım ki! Unutmam mümkün değil.
Demek ki, duygularımıza nişan aldığı zaman namludaki sözcükler öldürmese bile ömür boyu kapanmaz yaralar açıyordu.
Ben o gün sadece susmuştum. Gözlerim iri iri açılmış, tam 18 yıldır emek verdiğim yavruma verecek yanıt bulamamıştım.
Bazı sorulara çalışmamıştım ki.
Sonra ki günlerde de hep susmuştum. Onu daha fazla incitmemek, kendimi de incinmemek adınaydı bu suskunluğum. Keşke susmasaymışım. Baksanıza Freud ne diyor?
” İfade edilmemiş duygular, asla ölmezler. Sadece diri diri gömülür. Sonradan daha korkunç bir şekilde tezahür edebilirler.”
.
Suskunluk sonrası içimdeki deniz duruldu tabi, ama denizin altında ki akıntı gibi ince ince sizi yayılıp duruyordu, yürekle beyin arasında…
Özürler öpücükleri olurdu.
“Özür dilemek erdemdir,” der çoğu felsefeciler.
Lakin, Freud’un düşüncesi daha mantıklı gelmiştir bana ;
“Özür dilemek, senin haksız olduğun, karşı tarafın haklı olduğu anlamına gelmez; verdiğin değerin egondan yüksek olduğunu ifade eder.”
Sözlerine çok manidar bir söylemle devam eder, psikanaliz in babası:
“Sinirlenince ağlayan insanlar, daha içten güvenilir kişilerdir.”
Düşüncesinin açılımını şu şekilde ifade ediyor:
“Çünkü o anlarda insana vazgeçilmez olduğunu hissettirirseniz, ilk vazgeçeceği insan yine siz olursunuz.”
Belki de bu nedenle asıl yapay olmayan duyguların resmidir o gergin anlardaki insan duruşlarımız.
İnsanı zaman kazanmak adına geri plana öteliyor.
Geciken özürler de kıymetsiz oluyor tabi ki…
Özür dilemeler yerine; daha çok duygularımızın fren balatasını, hoşgörü ile yağlasak, özüre gerek de olmayacak. Sol yanımıza onur konuğu, sabır duygumuz olacaktır. Amma…O sol yanımızda;
Bizi tetikleyen adrenalin, dopamin gibi hormonlarımızı arttıracak, öfke duygusunu ağırlıyoruz. Sonunda kazalar, duygusal travmalar kaçınılmaz oluyor.
Çünkü o “keskin viraj,” diye tanımladığım öfkemizle birlikte, felakete doğru basıyoruz gazı…
Bize aşırı hız yaptıran, durmak bilmeyen öfkelerimiz, nihayet hayatın gerçeklerine çarparak durur. Durur durmasına da kaza sonrası hasarlı ruhun sigortasını kim ödeyecek?
Her iki taraf da hasardan nasibini alıyor acıyla…
Kalp kazanmak kolay olmuyor. Çünkü sevgiyi besleyen güven duygusu kazada ağır yaralanıyor. Çoğu zaman da ölüyor. Yerini olumsuz duygulara bırakıyor.
Bu nedenle sabır duygumuza özel davetiyeler bastırmalıyız ki, hoşgörü duygumuza refakat etsin.
Kanımızın deli aktığı gençlik yıllarımda biraz dik başlı duruşumu gören annem, beni sükuta davet eder ve hep hep şöyle derdi:
” Sabır cennetten çıkmadır kızım.”
Ona direnirdim:
” Yine lafı dönüp dolaştırıp öte aleme taşıyorsun beni,”
Ne çok kalbine çentik atmışım o melek kalpli kadına.
Şimdi düşünüyorum da o benim iç dünyadaki o küçük kızı, teselli etmemi, üzmememi istiyormuş.
Hala geç anlamaya devam ediyoruz.
” Belki önemli değildir kaç kez yenildiğin. Çünkü asıl önemli olan, kaç yenilgiden sonra doğrulabildiğin.” Diyor yine baba Freud.
Ama üzülmeyin. İnsanız. Bu hayat da bizi sürekli sınayıp duruyor. Yaşam notumuzu yükseltince sınıfı geçeceğiz.
Yine sözü ruhbilimcimize verelim:
” Bir ara insanları anladığımı sandım. Sonra sandığımı anladım.”
O da anlayamıyor demek ki insanları.
En iyisi kendimizi manevi olarak motive etmek. Yorgun ruhumuzu dinlendirmek.
Nasıl mı?
Ünlü düşünür Nietzsche “Dünyanın en eski asaletidir yalnızlık” demiştir ya?
İşte ben de en mutsuz, kırgın olduğum zamanlarımda; yalnızlık limanıma sığınırım. Kısa bir dua ile meditasyon yaparım:
“Tanrım, seni kırdıysam eğer çok özür diliyorum. Kırılmış yanım sana emanet, ben onaramıyorum.”
…
Emine Pişiren / Kocaeli