Özlem, yaşantımızda sık kullanılan kelimelerden birisi olarak karşımıza çıkar. Hem sosyal medyada hem de gündelik yaşantıda kullanılan özlem kelimesi, uzun yıllardan beri dilimizdedir.
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre farklı anlamları olan Özlem kelimesinin anlamı şu şekildedir:
– Bir kimseyi, bir yeri veya bir şeyi görme, ona kavuşma isteği, hasret, tahassür…
Özlemek acısıyla tatlısıyla yaşadığını hissetmektir. Varoluş sebebidir, imtihandır kimilerine, bedeli ağır ama mükâfatı güzel olan. Sabırdır özlemek. Pişmanlıklarda keşkeler, tebessümlerde iyiki’ler arasında gelgitleri olan… Anıların kucağında büyüyen bir bebek gibi narin, hassastır özlem. Şefkatle, özenle korumalıdır özlemleri.
Korumalıdır deriz demesine de dostlarım: Zaman denen ilaç “özlem” söz konusu olduğunda işe yaramıyor.
Keşkeler başlayıverir bundan sonra ama hayat sana acıta acıta öğretiverir yanlışını ve o yanlışta üzülüp yaşamayı, bir gülüşünün, tebessümünün ardından gözlerden akan yaşlar durmaz özlenenin arkasından, aslında sen gülemiyorsundur sadece kendini avutmadır o tebessüm.
Ölüme çare bulamadığımız gibi özlenene de çare bulamayız artık özlenen de geri dönmeyip adım atmayacaktır sana…
Özlem sesini duyamadıklarını, yüzünü göremediklerini, elinin erişemediklerini anımsatıyor kalbe. Sevdiklerini hatırlatıyor. Kalp hatırladıkça sadece özler ve der ki; ”Keşke zamanı geri alabilsem, keşke gidenleri geri getirebilsem ve keşke bazen geride bıraktıklarımızı bıraktığımız yerde bulabilsem.
Keşke hasret giderebilsek özlemlerimizle.”
İnsan her daim bir hasret sarmalındadır. Kimi zaman sevdiğini kimi zaman ise vatanını özler. Bazen ailesine bazen ise köyüne hasret duyar. Sanırım bu özlemler sarmalının biteceği an, insanın Rabbine kavuştuğu andır.
Cemal Süreya demiş ki bu konuda: “Özlemek, ölmekten sadece iki fazla be çocuk!..”
Hz. Mevlana ise: “Bu vakitte gönüle hüzün ve özlem düşerse, dile de sabır ve dua düşer.” Demiş…
Bizler içimizde büyütürken hasreti, özlediklerimiz daha fazla ulaşılmaz erişilmez olmadan söylemeliyiz özlediğimizi.
Kaçırdığımız bir trenin arkasından bakakaldığımız gibi bakakalmadan pişmanlıklarımızın ardından, söylemeli özlediğini. Gidermeli özlemleri gidenler olmadan, keşkeler olmadan.
Özlem ise hep “keşke” der. Çünkü özlemek bazen buzdan bir denize düşmek kadar keskin ve serttir. Bazense çöl sıcağında bir yudum suya hasret kalmak gibidir. Gereksiz kalabalıklarda tek gerekli insanı aramaktır, bazense yalnızlıkta binlerce yüze hasret kalmaktır…
Sevdiğinizi düşünürken gözlerinizden süzülen yaşlar sizi gülümsetiyorsa mutlu olun, eğer böyle bir özlem yaşayabiliyorsak şanslıyız…
Çünkü özlenen kişi özlenmeyi en güzeliyle hak ediyor ve her şeye değiyor…
Ülkemizde ilk COVID-19 vakası 11 Mart 2020’de saptanmış ve o günden bu güne uzun bir zaman geçmiş. Bu geçen zaman bizlere özlemenin ve dahi sevdiklerimize hasret kalmanın ne olduğunu öğretti. Kısacası bir noktada kıymet bilmeyi, vefayı, zamansız kaybettiklerimizin acısını öğretti.
Torunları kucaklamayı, arkadaşlarla buluşmayı, birkaç dost ile oturup söyleşmeyi, bir fincan kahve, bir bardak demli çay eşliğinde yapılan sohbeti, sevinci, acıyı, duyguları paylaşmayı özledik. Bunların ne kadar değerli olduğunu çok iyi anladık.
‘Oktay Rıfat’ın’ “SON SÖZ” şiirinde dediği gibi; güneşin, suyun, maviliğin, tüm renklerin, öfkenin sevincin, hepsinden önemlisi özgürlüğün değerini çok iyi anladık.
“Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” başlıklı şiirinin son bölümünde ise şöyle diyor ‘Ataol Behramoğlu:’
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana”
Bana; ‘hayatında en çok değer verdiği üç şey nedir?” diye sorarsanız eğer, her seferinde yanıtım şöyle olur: Mehmet Efe, Alya Ilgın ve Eliz.
Kim bunlar diye soruyor şimdi birçoğunuz!.. Hayat kaynaklarım, torunlarım…
Fakat ne yazık ki, şu kahrolası Corona beni torunsuz, torunlarım bensiz bıraktı…
Ana, baba olmanın çok daha büyük külfet ve sorumlulukları var. Hâlbuki torunlar ailenin kazandığı ekstra katma değer gibidir.
Torun sahibi olduktan sonra gençleşiyor sanki insan. Çünkü torun sevgisi aileye derinlik kazandıran, aile büyüklerine de sevginin ne olduğunu öğreten tarifi mümkün olmayan bir haz. Torunlar hayatımıza renk getirir. Torunlu hayat fazla gayret sarf etmeden kazanılan keyifli bir yaşam dilimidir…
Büyükanneler ve dedeler için torunları kucaklarına almak, onları sevmek, gelişimlerini takip etmek, hediyeler almak, birlikte gezmeye çıkmak, çocuk parkına gitmek oldukça heyecan ve mutluluk verici anlardır.
Türk toplumunda dedelerin torunlarına gösterdiği yakın ilginin temelinde zamanında oğluna ve kızına gösteremediği sevginin tezahürü olduğunu söylüyor uzmanlar. Bence doğru bir tespit…
Bu konuda en güzel örneğin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i omuzlarında gezdirmesi olduğunu söyleniyor. Efendiler Efendisinin (s.a.v.) çocuklara karşı her zaman sevgisini gösterdiğini ve torunlarıyla oyun oynadığını anlatılıyor…
“Torun sevgisi, evlat sevgisinden daha ileridir. Resûlüllâh efendimiz, namaz kıldırırken secdede, torunu Hazret-i Hasan, mübarek omzuna çıkıp oturdu. Resûlüllâh efendimiz, secdeyi uzatınca, sahabeden, “acaba emr-i hak vaki olup, vefat mı etti” diye düşünenler oldu. Namazdan sonra secdeyi niçin uzattığını soranlara buyurdu ki:
(Secdede iken torunum omzuma çıktı. Gönlü oluncaya kadar indirmediğim için secde uzadı.) [Nesai]
Bir zat, Peygamber efendimiz Hazret-i Hasan’ı öperken görünce, (On oğlum var, hiçbirini öpmem) dedi. Resûlüllâh efendimiz, (Merhamet etmeyen, merhamete kavuşamaz) buyurdu. (Buhari)
Resûlüllâh efendimiz, Hazret-i Hasan’ı bir dizine Hazret-i Hüseyin’i de öteki dizine oturtur, bağrına basar, sonra da, (Ya Rabbi, bunlara rahmetini ihsan et, bunları seviyor, bunlara şefkat duyuyorum) derdi. (Buhari)
Peygamber efendimiz, Hazret-i Hasan’ı öptükten sonra Eshab-ı kirama buyurdu ki:
(Çocuk çekingendir, hâli bilinmez, belki üzüntülüdür.) [B.Arifin]”
Torun sevgisi bir başka oluyor. Tarifi imkânsız bir sevgi…
Torun sevgisi bu dünya üzerine tadılacak en güzel his ve sevgidir.
Rabbim hepimize evlat ve torun sahibi olmayı nasip etsin…
Kültürümüzde torun üzerinde dedelerin etkisi daha fazladır. Çocukların dünyasında dedelerin özel bir yeri vardır. Çocuklar büyüdüklerinde dede ile geçirdikleri günleri tatlı birer anı olarak hatırlar, kendilerini mutlu hissederler.
Ben bile şu yaşımda rahmetli dedemle geçirdiğim hoş sohbetlerin ve onun hikmetli sözlerinden ders alırken geçirdiğim o mutlu anları hiç unutmuyorum.
Dedelerin ölümü en çok torunları etkiler. Çünkü onların her dediğini yapan, her isteğini yerine getiren, canları sıkılınca onları gezmeye çıkaran, onlara bolca zaman ayıran o sevimli yaşlılar artık yoktur…
Kafasına taş düşenin neler yaşadığını ancak kafamıza bir taş düştüğünde biliriz. Genç ya da yaşlı biri toprağa verildiğinde cenazeye katılanların en çok kullandığı cümleleri hepiniz bilirsiniz.
“İşte bir varmış, bir yokmuş; geçti gitti.”
“Hayat boş kardeşim, kimseyi kırmaya, üzmeye değmez.”
“İster varsıl ol ister yoksul, bir top bezle gidiyorsun.”
Böyle benzer cümleler sıralanır. Sıralanır da alınan ders fazla sürmez. İnsanlar hırsıyla, kıskançlığıyla, sevgisizliğiyle yaşamaya devam eder. Bu bir genelleme değil, yaşadıklarından ders alan insanlar da çoktur çevremizde. “Empati”, kendini onun yerine koyma dediğimiz duygu olmalı bir insanda.
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir dostlar…
#öskurşun#