Cumhuriyet Dönemi yargımızda ‘özel yetkili mahkemeler’in sicili bozuktur. Cumhuriyet‘in tek parti döneminde kurulan ‘İstiklâl Mahkemeleri’, ne yazık ki Türk hukukunun yüz karası olmuştur. Hele 27 Mayıs Darbesi‘nden sonra, darbecilerin postal yalayıcısı ‘Yassıada Mahkemesi’, daima bir utanç örneği olarak tarihe geçmiştir. Son 30 yıllık ‘Terörle Mücadele Dönemi’nde özel yetkili bir mahkeme olarak Devlet Güvenlik Mahkemeleri‘nin (DGM) teşkili, terörle mücadelede olumlu ve önemli bir rol oynamıştır.
Ancak mahkemelerde askerî hâkimlerin görev alması, özellikle darbe dönemlerinde bağımsız yargıyı tahrip etmiştir. Bu yüzden gerçekleştirilen reform paketiyle DGM‘ler tasfiye edilip yargının bağımsızlığı konusunda önemli bir merhale gerçekleştirilirken, doğacak boşluğu telâfi etmek için yeni CMK‘nın 250. maddesiyle kurulan ‘Özel Yetkili Mahkemeler’, yargıda yeni sorunların çıkmasına yol açmıştır.
Aslında Özel Yetkili Mahkemeler, bütün demokratik hukuk devletlerinde ‘İhtisas Mahkemeleri’ olarak mevcuttur. Bizdeki uygulamada, iddianamelerin uzun yazılması, fazla sayıda gereksiz gözaltı ve tutuklamaların yapılması, dâvâların yıllarca devam etmesi gibi hatâlar yapılmıştır. Daha da önemlisi, özel yetkili savcı ve hâkimlerin kadrolaştıkları, görev alanlarını genişlettikleri ve bazı hâllerde yetkilerini aştıkları görülmüştür.
Ancak, özel yetkili mahkemelerin Türkiye‘nin çetecilerden ve darbecilerden temizlenmesinde demokrasiye katkıda bulundukları inkâr edilemez bir gerçektir. 27 Nisan 2007 Muhtırası‘nı veren darbeci odaklar ve Ergenekon çetesi, özel yetkili mahkemeler sayesinde tehdit olmaktan çıkarılmıştır.
Lâkin özel yetkili bazı savcıların ve mahkemelerin son iki yıllık uygulamalarında belirli bir kadrolaşma neticesinde kanunî yetkilerini istismar ettikleri ve siyasî hesaplara kalkıştıkları bilinen bir gerçektir. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı‘nın kanuna aykırı olarak sorgulanmaya ve tutuklanmaya kalkışılması, aslında doğrudan Hükûmeti ve Başbakan‘ın şahsını hedef alan bir tertipti.
Bu olay, özel yetkilerin suistimal edildiğini ve siyasî hesaplarla kullanıldığını göstermiştir. HSYK hakkında hazırlanan kanun tasarısının dondurulması çok isabetli olmuştur. Anayasa ve yasalarda düzenleme yaparken devlet yönetimindeki mevcut aksamalardan ziyade, gelecek dönemler göz önüne alınarak karar verilmeli ve bu yapılırken haklı da olsa tepki mahiyetinde mevzuat değişikliğinden kaçınılmalıdır.
Özel yetkili mahkemelerin özellikle kadrolaşma konusundaki hataları; 25 Aralık, İzmir Operasyonu ve TIR‘ların yolunun kesilmesi gibi olaylarda yapılan hukukî hatalar ve kasıtlı operasyonların zaman ayarlaması neticesinde, yargıdaki bu metastazı engellemek için yasal değişikliği haklı kılmaktadır. Ancak, işaret ettiğimiz gibi münferit, belirli bir vadede çözülebilecek olaylara karşı duyulan tepki haklı da olsa kanunî düzenlemelerde azamî dikkat şarttır. Şöyle ki; özel mahkemelerin kaldırılması neticesinde iki önemli mahzur doğacaktır: 1. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması terörle mücadelede zaaflara ve boşluklara yol açabilecektir.
2. ‘Çocuk Mahkemeleri’ dahil olmak üzere ihtisas mahkemelerinin devam etmesi ve özel yetkili mahkemelerdeki dâvâların ağır ceza mahkemelerinde değerlendirilirken, bu mahkemelerin savcılarının ve hâkimlerinin konuların hukukî tarafı üzerinde ihtisaslaşmaları ve terör dâvâlarının aynı ağır ceza mahkemelerinde görülmesi lâzımdır.
Sonuç olarak özel yetkili mahkemeler değil, bu mahkemelerdeki savcılara ve hâkimlere verilen özel yetkiler kaldırılmalıdır. Buna karşılık, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasında ısrar edilirse, meydana çıkacak boşluktan Türkiye‘nin güvenliğinin ve asayişinin korunmasında dikkatli ve hazırlıklı olmak gerekir.