Küçüklük öyle sonu gelmez bir okyanus ki neresinden dalsanız bambaşka anılar çıkarıyorsunuz su yüzüne…
Bizim evimiz, güzel ilçemizin güzel bir yerindeydi. Hem medeniyetin tüm imkanlarından yararlanır hem de bahçesinde pancar, fasulye gibi sebzeler yetiştirebilirdik.
Öylesine dip dibe, öylesine nefes almaz değildi evler, kötü şehirleşmeden de bihaberdik…
Biz çocuklar mutluyduk elbet. Oyun için zaman ve mekan kısıtlaması yoktu.
Bir çocuğun oyundan ne kadar zamanı kalır bilmem. Ama öylesine boş boş izlediğim zamanlar vardı çevremi. Özellikle yatak odasındaki pencereden evin arkasındaki alana üzü ooöluzun bakardım. Bir küçük kümes vardı orada. İçinde on beş civarı tavuk ve horoz. O hayvanlar ömrümde görüp görebileceğim en fazla sohbet edilen canlılardı…
Sahibesi zayıf, ince uzun, mavi gözlü, beyaz tenli bir kadındı. Bizim coğrafyada güzel diye tabir edilen türün tüm özelliklerini taşırdı.
Ülkemin geneli gibi bir kadın olarak kendi kaderini belirleyememişti. Çocuğu olmadığı için terkedilmiş, sonrasında ailesi tarafından yaşlı bir adama verilmişti. Dağ köyünden getirilen komşumuz
zamanının çoğunu kümesin yanındaki taşın üzerinde oturarak geçirirdi. Bir erik ağacına dayalı kümes, belki de köyünden izler taşıyan tek yerdi. İnsanlarla öyle uzun uzun sohbetler, dedikodular ona göre değildi. Sürekli dertlerini paylaşan kadınlarla dolu mahallemize aykırıydı o. Sessizdi. Arkadaşı yoktu.Konuştuğu zaman da çok çıkmazdı sesi. Sadece bazen hayvanlarına kızar gibi yaptığında (muhtemel yandaki küçük bahçelere girip ürünlere zarar verdiklerinde bahçe sahibinin hışmından onları korumak için bağırırdı. Hatta işi abartıp arkalarından asla isabet etmeyen küçük taşlar atardı.
Tüm kadınlar oyalı çemberler takarken o, kenarı elle dikilmiş beyaz bir tülbent bağlardı başına.Genç kız olduğumda ona ellerimle kenarlarını oyaladığım çember verdiğimi hatırlıyorum, bir kez bile başına bağladığını görmediğim…
Gözlerine çok yakışacaktı oysa…
Orada o taşın üzerinde mevsimler, yıllar geçti. Kim bilir en çok neye isyan etti, en çok kimlere kızdı? Yaşlandığında biz taşınmıştık. Sonrasında annemden yeğenlerinden birinin yanında öldüğünü öğrendim.
Hiç mutlu zamanları olmuş muydu acaba? Yoksa üzerine sinmiş o vazgeçmişlik hiç bırakmamış mıydı peşini?
Hayvanlarının yanında kendini unutup, köyüne belki de mutlu olduğu tek zamana çocukluğuna gidebilmiş miydi hiç?
“Öylesine” bir hayat yaşadı bana göre…
Ama umarım yine de benim hayal edemeyeceğim güzellikteki eski anılarını yadederek huzur içinde geçmiştir ömrü…
Kendi hayatı için hiç söz sahibi olamamış tüm kadınların anısına…