“İki şey, çözümsüz gibi görünen problemleri çözer:
Birincisi bakış açısını değiştirmek, ikincisi karşındakinin
yerine kendini koymak.”
Giordano BRUNO
(Kilisenin Yakarak Öldürdüğü Düşünür, 1548 – 1600)
Nuri Arslan adında bir yazar duydunuz mu?
Pekiyi, Sarıcan diye bir kitap?..
Duymadınız mı?
Ayıplamayın kendinizi sakın. Emin olun, yakın zamana kadar ben de bilmiyordum; Nuri Arslan diye bir yazar ve Sarıcan adında bir kitap olduğunu.
İstanbul/Esenkent’te, bir alışveriş merkezinin girişinde yeni, eski, okunmuş, okunmamış kitaplar satan bir esnafa uğradım; bir ay kadar önce. Bildiğim yazarlar, bildiğim kitaplar da çoktu, hiç bilmediklerim de… Yaklaşık bir saat kadar görüp incelediğim tüm kitaplardan her bakımdan çok farklı bir eser görünce meraklandım.
Eni, boyu küçücüktü… Gösterişsiz bir kapak… Ne resim var, ne fotoğraf… Adı gibi yazarı da minicik puntolarla ve küçük temel harflerle yazılmış. Dikkatli bakmazsanız göremezsiniz ilk bakışta. Yolda görseniz, kitap olduğunu düşünemezsiniz. Olsa olsa, cepte taşınan bir not defteri dersiniz. Sanki kendi adını da gizlemek istemiş yazar, kitabının adını da… Neden ama neden?
Alıp baktım merakla. 108 sayfa… Adı Sarıcan… Yazarı Nuri Arslan… Önsözü de var, uzun bir sonsözü de… Aradığım birkaç kitapla birlikte onu da satın aldım. İyi ki almışım. Sarıcan’ı da sevdim okudukça, yazarını da…
Evet kendi küçük bir kitap ama ya içindekiler!.. Dedim ki hep içimden, “Her çocuk okumalı; bu kitabı kesinkes. Ama böyle değil. Özellikle çocuklar için hazırlanmış, renkli resimlerle süslenmiş olmalı.” İnanıyorum ki ben, bu kitapta anlatılan öykünün kahramanı Sarıcan’ı çok sevecek çocuklar.
Yalnızca çocuklar mı okumalı? Hayır, hayır! Gençlerimiz için de, anne babalar ve özellikle öğretmenler için de ayrı ayrı basılıp yayımlanmalı. Sarıcan kitabının kahramanı sevimli Sarıcan, hepimizin sevgilisi, hepimizin kahramanı olmalı! “
“Onca beğendiğin kitabın türü ne arkadaş? Şiir mi, öykü mü? Anı mı, masal mı, roman mı?” diye sorarsınız, öyle mi? Bu kitap ne şiir, ne öykü… Ne anı, ne masal, ne roman…
“Ya nedir?” diyeceksiniz.
Bunların tümünü kapsar Sarıcan. Yazar da aynı görüşte olsa gerek ki, “Anlatı” demiş eserine.
***
Bu yaz ailece birkaç kez birlikte olduğumuz Şanlıurfalı eğitimci ve akademisyen bir dostumla iki hafta kadar önce koyu bir söyleşiye dalmıştık yine. Bu kitaptan söz edince, “Yazarı kim?” diye sordu.
“Adaşın sayılır. Nuri Arslan… Belki tanırsın.” dedim. “
Tanımıyorum ama yaklaşık 20 yıl önce yurtdışı görevimden dönünce bir arkadaşımın tavsiyesiyle okumuştum Sarıcan’ı. Bana da çok ilginç gelmişti. Ama konusu neydi, ne anlatıyordu; unuttum. Siz nasıl buldunuz? Sevdiniz mi, beğendiniz mi?”
Diye sorunca, anlattım ben de içtenlikle duygu ve düşüncelerimi. Sonuç olarak da:
“Benim okuduğum kitap 26 yıl önce basılmış.(*) İzlediğim dergi ve gazetelerde bu kitap ve yazarından söz edildiğini anımsamıyorum hiç. Oysa gerçekten çok güzel, çok anlamlı bir kitap… Okurken de düşündürüyor insanı, okuduktan sonra da… İşte ben böyle kitapları, böyle yazarları daha çok seviyorum!” deyip bitirince sözümü:
“Size bir itirafta bulunayım mı?” dedi gülümseyerek.
Şaşırdım biraz. Ne itirafı olabilirdi bu!
“Elbette, buyurun”
“Övünmek gibi olmasın ama sevgili hocam, o küçük kitapçığın yazarı benim!” demesin mi!
Şaka mı yapıyordu dostum acaba?
“Ama senin adın Mehmet Nuri Arslan değil mi?”
“Haklısınız, gerçek adım öyle de… O kitapçıkta Mehmet’i kullanmamıştım.”
“Oldu mu ya, oldu mu ya? Ben de ‘Kimdir bu Nuri Arslan?’ deyip duruyordum. İnternette de bulamadım. Çok yakınımdaymış meğer de haberim yokmuş. Mutlu oldum işte şimdi, bu gerçeği öğrendiğime. Bu nedenle daha çok sevdim ve takdir ettim seni. Bu güzel eserinden dolayı candan yürekten kutlarım seni dostum!” deyip elini güçlüce sıkarak öptüm alnından.
Niçin bilmezlikten gelir, niçin yeterince sevip alkışlamayız biz, çok yetenekli ve çok başarılı arkadaşlarımızı, dostlarımızı, yurttaşlarımızı?
İlle de başkaları mı madalya vermeli önce?
_____________________________________________
(*) Sarıcan, Nuri Arslan, İyi Şeyler Yayıncılık, Beşiktaş/İstanbul 1997
Hüseyin Erkan