Havai fişekler patlamaya başladığında, kendilerini dolabın arkasına attılar. Müthiş bir panik yaşadılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Elleri ve ayakları titredi. Bayılacak duruma geldiler. En küçük bir sesi bile abarttılar. Herhâlde çocukken yaşadıkları travma geldi gözlerinin önüne. Birbirlerine bağırmaya başladılar. “Uçak yere yat”
Işıkları söndürdüler, başka evlerde de ışık söndü, beyi kaçıyorlar, dedi. “Ormana kaçalım en güvenli yer orası. Kayaların arasına gireriz. Patlama ve yangından en azından kurtarırız.” Dedi. Sararıp soldular. Zaten zayıftılar, panik ve korku sonucu acınacak hâle geldiler.
Pencereden görünmeden kaçış hazırlıklarını yapmaya başladılar. Geceleri soğuk olur, kışlık paltomu giymeliyim, sen de mantonu almalısın. Taşıyabildiğimiz kadar eşya ve yiyecek alalım. Mutfak ile odalar arasında mekik dokudular. Beyi, patlamalar devam ediyor, hemen çıkmayalım. Sesler kesilsin, ondan sonra kaçarız.
Değerli birkaç eşya da aldılar. Akıllarına elektriği kapatmak geldi. Sesler, düşman uçaklarının buralara kadar geldiğini gösteriyordu. Yarınlar neye gebe bilmiyorlardı. Bildikleri ormana kaçmaları gerektiğiydi. Ölüm Allah’ın emri fakat düşman eline düşmesek diyorlardı. Evet gafil avlanmışlardı. Savaş onları apansız yakalamıştı. Bir evin içinde nereden hangi eşyayı alacaklarını unutmuşlardı.
Yenilgiyi düşünemiyorlardı. En zor günde bile üstün geldik, yine geleceğiz. İki yaşlı atıp tutuyordu. Daracık dünyalarına çok şey sığdırmaya çalışıyorlardı. Kaygıları artınca heyecanla, kendilerini dışarı attılar. Tutabildikleri kadar eşyalarla kasabadan çıkmaya çalıştılar.
Kasabadan çıkıp orman yoluna geçtiler. Yolda karşılaştıkları arabanın anormal gidişinden ürktüler. Peşlerindeki insanların konuştuğunu iyiye yorumlamadılar. Fakat içlerine zafer kazanmanın sevinci düştü. Daha dinç yürümeye başladılar. Yine de korkularının alevlenmesine engel olamadılar. Karanlık çökmüştü. Işığını yakmış arabayı düşman birliğine ait olduğunu sandılar. Hemen yolun kenarına gizlendiler. Düşman öncü kuvvetleri olabilirdi. Birbirlerine sokuldular. Belki de yakıp yıkarlardı. Bu tarafa kaçan da olmadı, dediler.
Yanlarından geçen kişiler yaşlılara pak aldırmadı. “Patlamalar yerinde oldu. Hava aydınlandı.” Diyerek kasabaya doğru yol aldılar. Arada boğuk sesler duyuyorlardı. Hiçbir haber alınamıyordu. Onları sanki bir sis perdesi sarmıştı. Ağlamaya başladı. Torunuma aldığım hediyeler, dedemden kalma eşyalarım da yanacaktı. Beyi, “Konuşma duyarlar.” Dedi. Yanmaktan başka bir şey düşünmüyordu.
Ellerindeki değneği bırakmıyorlardı. “Gelen gâvurun karnını delerim.” Diyordu. Silah sesleri duyuluyor ve yangında duman kokusu burunlarına kadar geliyordu. Ormanı sıyırarak geçen kamyonu fark etmediler. Ormana az kalmıştı. Fakat patlamalar hız kesmiyordu.
Gizlenecekleri yeri belirlemişlerdi. Ormanı yakabilirlerdi. Öte kıyıya yakın bir yere gidelim ki, kaçmamız kolay olsun. Yoruldular ve ormana yakın fakat görünmeyecekleri bir yere oturdular.
Çocuklukta çektikleri korku ağır basıyor ve evleri yanıyor görüyorlardı. Savaş demek, yangın ve ölüm demekti. Beyi on yaşında kendi de altı yaşındaydı. Bu bir kaçıştı ama korkaklık değildi. Düşünceleri yaşlarının doksana merdiven dayadığını göstermiyordu. Köy yanmış kurtulan olmamıştı. Beyi, “Evin bodrumunda su deposuna girdim, yanmaktan öyle kurtardım.” Derken hanımı, “Dere yatağına kaçmışız.” Dedi.
Aradan bir hafta geçtiği hâlde, evlerin dumanı tütüyordu. Kaçanlar hariç kimse kurtulamamıştı. Duman kokusu beyinlerine işlenmişti. Bir asra yakın, o duygusal algıyı üzerlerinden atamamışlardı.
Ağaçlar arasında arada el fenerini yakarak kayaları bulmaya çalışıyorlardı. Bulamasalar şimdilik büyük çam ağacının altında kalacaklardı. Kendilerini sağlama almışlardı. Düşman birden bastırsa da ormana kaçabilmişlerdi.
Köylerinin kül olması hiç akıllarından çıkmıyordu. Büyüklerimizin kemiklerini dahi bulamamışlardı. Köyler yanarken, şehirler de yıkılmıştı. İnsanlar, duyulmamış işkencelerle öldürüldüler. Yunan gâvuru öyle büyük katliam yaptı ki, olayı yaşayanlar yıllarca ağladı.
Battaniyeyi altlarına serdiler. Ormanı dinlediler. Korkuyorlardı, sesli dahi konuşamıyorlardı. Haber alabilseler belki moralleri düzelirdi. Bir kuş sesiyle irkildiler. Kuş başka bir dala geçmişti. Çocuğun ağlama sesini duydu. Beyi, ormana kaçan var dedi.
Yaşlılığın ve karamsarlığın kötü çizgileri düşmüştü yüreklerine. En küçük bir çıtırtıya dikkat kesiliyorlardı. Orman henüz sakinleşmemişti. Bir süre sonra uyuya kaldılar. Uyandıklarında hava ışımıştı. Sabahın seher vaktine kadar uyumuşlardı. Korkuları devam ediyor ve birçok senaryolar uyduruyorlardı.
Beyine orman güvenlidir, ses bile duymadık. Patlamalar uzaktan kulağımıza geldi ama yapılacak bir şey yoktu.
Gündüz daha rahat geçti. Kuşlarla arkadaş oldular. Yalnız düşmanın hücum sesleri geliyordu. O zaman ağacın arka tarafına dönüyorlardı. Yoksa kör bir kurşunun hedefi oluruz diyordu. Yoldan geçen özellikle kamyonların gürültüsünü, orduların hücumuna benzetiyorlardı.
Akşam olduğunda, beyine “Gidip haber alsaydık,” Dedi.
İkinci gün, yaşlıların yanında duran, yakınlarının kızı, izinden dönüyor ki, Nine ve Dede yoklar. Oğluna haber veriyor, duyanlar da geliyor ve ev ana baba günü oluyor. Yapılan yorumlar, hastalıklarıyla ilgili. Çünkü, akılları kendilerini idare etmiyordu. Hastalıkları sinirseldi.
Çocukluklarını yaşıyorlardı. Komşularından biri, amca ve teyze, korktuklarında “Orman” diyorlar. Orman güvenlidir, diyorlardı. İkinci gecenin sabahında, mahalleli ormana giriyorlar ve dört koldan aramaya başlıyorlar. Büyük kayaların arasında birbirlerine sırtlarını dayamış uyuyorlardı.
Oğlu hastaneden ambulans getirtti ve serumla müdahale yapıldı. İki gün de hastanede kaldılar ve eve getirildiler. Eve geldiklerinde, “Bize bir şey yapamazlardı. Evimiz yanmadı.” Diyorlardı.






















