“Çirkinlik diye bir şey varsa o da, gözlerindeki önyargılı ölçeklerdir.”
Keşke, dünyaya Halil Cibran’ın gözlerinden bakabilsek.
Aklıma gelmişken şairlerin aşıkların gönlüne konuk olan aşka dair bir sorum olacak sizlere:
“İlk görüşte aşk olur mu?”
Bana göre: Olsa olsa ancak hoşlanma olur, dış estetiğe duyulan ilgi olur, beğeni olur.
Ama aşk olmaz!
Çünkü, o ilk görüş denilen şeyde önyargılar doludur.
Çünkü aşk, asla önyargı içermez. Eğer aşk bir önyargıya sahip olmuş olsaydı aşkın gözü kör olmazdı.
Gözler yanılır ilk önce!
Çoğumuz, “Aa adam çok yaşlı, üstelik de çirkin, kadın ise bir içim su, sanki çekirdeksiz üzüm. Nereden bulmuş bu öküzü?” diyerek gözlerimizi önyargıya teslim ederiz.
Gözler, dedim de doğanın en zarif ve en sevecen barışçı kuşlarının hikayesi gelir aklıma.
Bir güvercinin gözleri nasıl görür, bilir misiniz?
Boyalı Kuş romanının yazarı Jerzy Kosinski’nin 1965 yılında yazdığı tartışmalı romanda geçer boyalı kuşun hikayesi…
Bir grup öğrenci bir güvercin yakalarlar. Güvercini boyarlar. Sonra da özgür bırakırlar. Özgürleşen güvercin, birlikte yaşamış olduğu güvercin ailesine karışır. Ama bu onun ölümüne neden olacaktır. Zira diğer güvercinler boyalı kuşu tanımazlar, onu yabancı bir kuş sanıp, kendilerine zarar verecek sanıp, önyargılı davranırlar. Bütün güvercinler bir oluo boyalı güvercini gagalayarak öldürürler.
Bu hikayeden şu hisseyi çıkartabiliriz:
Acaba biz şehirde değil de bir dağ başında yaşamış olsaydık; hiç para, pul, mal edinme, üniversite, kpss, vs gibi endişelerimiz olmasaydı bir diğerimize önyargılı olabilir miydik?
Bana göre olmazdı.
Önyargı, tıpkı kirli bir aynaya benzer. Siz o aynaya nasıl bakarsanız ve o aynayı silmezseniz kendinizi de öyle kirli görürsünüz.
Eski bir ata sözümüz bu tezimi doğrular niteliktedir.
” Başına dolu yağan, dünyanın dört bucağını fırtına içinde sanır.”
İngiliz sosyolog yazar Herbert Spencer’e göre;
“Hepimiz önyargıyı kötüleriz, ama hala önyargılıyız.” Der.
Cidden düşünülmesi gereken bir söylemi taşımış bize.
Acaba, Prof. Nusret Kaya’ya göre alt beynimizin dışa doğru savurmuş olduğu bir bilgi geni mi, neden olmaktadır?
Önyargılarımız genetik bilgi akışıyla mı, kuşaktan kuşağa geçiş yapıp, bilişsel ve işlevsel bir özellik mi, taşımaktadır?
Yoksa eğitilen kişi, sonradan bilgilenip edinip sosyal alanlarda önyargılı tutumlar davranışlarına yansır?
Albert Einstein ise daha bir umutsuzmuş.
“Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz,” diyerek endişesini ifade ederken;
”
Bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güçtür.”
Sanki, bilimsel çaresizliğinin içinde kalmış.
Kimi insana göre farklılıklarımıza dayalı bir önyargı, ayrımcılığa ışık tutarken kimilerine göreyse hayatın talihsiz bir gerçeği olarak değerlendirilir.
Örneğin, en iyi tiyatro dalında ödül almış, Amerikalı kadın oyuncu Judith Işık’ a göre;
“Bağnazlık veya herhangi bir biçimde önyargı bir sorundan daha fazlasıdır; toplumumuzun derinliklerine yerleşmiş bir kötülüktür.”
Cahil kişilerin katı ruhlarında oluşmuş o bağnaz düşüncedeki önyargıları silmek, ancak çok güçlü bir başka önyargıyla silmek mümkündür.
Çünkü onların egoları kibir ve peşin hükümlerle cilalanmıştır.
Oysa İslamın ileri gelenlerinin özlü sözlerine göre;
” Kimseyi kınama, günahından haberin olabilir, ama tövbesinden ve affından haberin yoktur,” düşüncesiyle iyimser düşünceler ekilerek, ön yargılarımızdan uzak durmamız önerilir.
.
“Tek bir kitaba bağımlı kalarak peşin hüküm verilmemeli,”
Britanyalı politikacı Benjamin Disraeli’ye katılmaktayım. Araştırmadan bir diğer bilgiye ulaşmadan, elimizdeki verinin doğru olduğundan emin olamayız.
Bunu şöyle örneklemek istiyorum:
Elimizde bir miktar paramız var. O parayla konforlu, iyi konumda uygun bir fiyata ev almak istiyoruz. Şimdi soruyorum size:
Tek bir eve bakıp onu satın mı alırsınız, yoksa başka seçeneklerinizi de görmek mi istersiniz?
Eminim ki, ikinci soru size daha mantıklı gelecektir.
O halde niçin ilk gördüğümüz bir insanı, başkalarının gözüyle görmeye çalışalım?
Biraz kulağımızı çeken gizemli, macera romanlarının yazarı Dan Brown:
“Zihinlerinizi açın, dostlarım. Bizler, hepimiz anlamadıklarımızdan korkarız.”
Diye bizi cesaret kuşağını takarken;
Charles Bukowski gerçekleri görmemize davet etmektedir:
“…Kuşkusuz ki en büyük ön yargı; etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır. ”
İşte benim ve sizlerin de en şık karşılaştığımız hayal kırıklığı da Bucowski’nin düşüncesidir.
Bundan 1500 yıl önce Arap diyarlarında kadınlar taşlanarak, batı dünyasında da “cadı,” diye yakılarak öldürülmekteydi.
Bu zalimliğin, şiddetin ana kaynağı niçindir?
Önyargı..!
Din, ırk, cins, vs, nedenler insanların belleklerini önyargılarla kirletmiş olumsuz nedenlerdir. Liderlerin baskıları, kötü siyasetle insanları ayrımcı kılıp, ötekileştirmesine neden olmuştur. Hatta, toplumları savaşlara sürüklemiştir. Günümüzde bunun örnekleri sayılamayacak oranda çoktur.
Aynı zamanda bakanlık yapmış kilise kurucususu teolog yazar John Knox’ a göre;
“…Peşin hükümlere dayalı kararları kabul ettirmenin en kolay yolu şiddete başvurmaktır.”
Evet, şiddet ve ardından gelecek olan korku, endişe duygularımız körükleyecektir. Tabi, bu da bir önyargı değil de nedir.
Cehennemde yanma korkusu, gibi mesela…
Çok uzağa taşınmayalım. Lütfen, günümüz dünyasına dönelim.
Günümüzde Kovit-19 virüsünün oluşturduğu “ölüm korkusu,”
” yakınlarımızı kaybetme endişesi,” aslında bağışıklığı düşürecek olumsuz bir önyargı değil de nedir?
Fikrini değiştiremeyenler hiçbir şeyi değiştiremez. Önyargılarından kurtulamayanlar hiçbir insanı anlayamaz.
Ne güzel demiş Doğan Cüceloğlu:
“Önyargı; arı soktu diye bal yememektir. ”
…
Emine Pişiren