İnançlarımız ve kıymet hükümlerimiz bizi biz yapan ve bizi diğerlerinden ayıran hayatî unsurlardır. Onlar bizim adeta kimlik ve kişiliğimizdir.
Dinî inançlarımız ve değerlerimiz bize dünyada nasıl hareket etmemiz gerektiğini gösterir. Bunların özü de Allah kelâmı olan ve son ilâhî kitap olarak tescil edilen Kur’an-ı Kerim’e dayanır. Ona yaklaştıkça insanlaşır, ondan uzaklaştıkça da insanlıktan çıkıp adeta canavarlaşırız. Bu noktada “takva” kavramı çıkar karşımıza. Takvayı özetle “günahlardan kaçınma” olarak ifade edebiliriz. Kalp bir gül bahçesi ise takva o bahçenin hoş kokulu iri gülüdür. Takvanın olmadığı kalpler gül yetişmeyen verimsiz ve tarumar bir bahçe gibidir. Onların boş araziden bir farkı yoktur.
Kapitalist dünya görüşü, getirdiği dayatmalarla insanlarımızı özgürleştirme kisvesi altında kelimenin tam anlamıyla esir almıştır. Başta zihinler olmak üzere, bizleri topyekûn sömürgeleştirmiştir. Her şeyi alınıp satılabilen meta haline dönüştürmüştür.
Maddeyi (parayı) hayatın öznesi kılan kapitalistler, ahlâksızlığa giden yolu sahte, plastik güllerle süslemişlerdir. Allah’ın cennetini ve cehennemini unutturma, dünyayı cennet gösterme telâşına düşmüşlerdir. Bu sayede hakikatleri perdeleyip köşeyi dönmüşlerdir.
Kapitalizm sadece paraya hükmetmiyor. Aksine kapitalizm, benliğimizi ve bilincimizi de esir alıyor. Dünyaya bakış tarzımızı, düşünce dünyamızı ve ahlâkî hükümlerimizi de hoyratça belirliyor. Kapitalizm, ahlâkı piyasa ahlâkına dönüştürerek itibarsızlaştırıyor.
İnsanın uyması gereken kural ve kaideler kapitalizmin sahte öğretileri değil Kur’an’ın her çağa hükmeden o/nurlu hakikatleridir. Yüce Rabbimiz nelere uymamız, nelerden kaçınmamız gerektiği ile ilgili olarak yüce kitabında ayetler indirmiştir. İşte bunlardan birisi de şudur: “Ey Âdem oğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek bir elbise, hem de giyinip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, en güzel ve en hayırlı elbise işte odur. Bunlar, insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye Allah’ın indirdiği âyetlerdendir.”(A’râf 26)
Rabbimiz yüce kitabında biz kullarına “…Şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır…” (Bakara 197) diyor. Fakat bazıları bu ayete (haşa) hükmü geçmiş muamelesi yapıyor. Oysa Kur’an tüm zamanların hükümlerini içinde toplayan evrensel ve bütün zamanları kuşatıcı bir kitaptır. Hiç kimse saçmalıklarını çağın ve modernizmin gereği olarak bizlere sunamaz.
Merhum Necmeddin Erbakan tarafından adeta bir slogan hâline getirilen “önce ahlâk ve maneviyat”, bugünkü gençlerin tabiriyle olmazsa olmaz mottomuz olmalıdır. Zira ahlâk, dinden de önce gelen elzem bir kavramdır. Ahlâk yoksa din de yoktur veya içi boş bir kavramdır. Zira din, ahlâkı; ahlâk da dini besleyen bengisu hükmündeki manevî kaynaklardır.
Ülkemizde ahlâk kavramı her geçen gün hayatımızdan çekiliyor. Onun yerine, bir ahlâksızlık projesi olarak bize (insan tabiatına) hiçbir şekilde uymayan Batılı değerler(!) getirilmeye çalışılıyor. Bunun bir yansıması olarak çıplaklık ve fuhşiyat (çirkin işler, günahlar) yaygınlaşıyor. Koca bir nesil gözümüzün önünde elimizden kayıp gidiyor.
Günümüzde açık saçık giyinme (çıplaklık) akıl almaz derecede arttı. Cadde ve sokaklar plaj alanına döndü. Yatakta giyindiğimiz kıyafetleri kalabalık caddelerde dolaşanların üzerlerinde görmeye başladık. Üstelik böyle giyinenleri modern (elit) etiketiyle onure ediyorlar. Yakın geçmişte göbeği açık ve dekolte kıyafetle cadde ve sokaklarda dolaşan çok az kişi görürdük. Yani eskiden bu görüntüler istisnaydı. Fakat bugün gelinen noktada bunun bir istisna olmaktan çıkıp bir modaya ve özentiye dönüştüğünü ve akıl almaz boyutta çoğaldığını üzülerek görmekteyiz. Bu sadece belli şehirlerle sınırlı bir durum değildir. Başta büyük şehirlerimiz olmak üzere, Türkiye genelinde böyle bir açıklık saçıklık söz konusudur.
Bugünkü çıplaklık meselesine değindiğimizde bazıları bunu özel hayata müdahale olarak görüyor ve bizi aforoz etmeye kalkıyor. Fakat bilinmelidir ki bu toplumun bin yıllık gelenekleri, inançları ve teamülleri vardır. Bizler de bu toplum içerisinde yaşıyoruz. Bu, “Nefsini terbiye edip etrafına değil, önüne bakarsan hiçbir şey olmaz.” demekle geçiştirilecek kadar basit bir durum değildir. Bunu, bu uygunsuz görüntülerden rahtsız olan kişilerin nefis terbiyesiyle geçiştirilecek bir durum olarak görmek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Meseleleri görmezden gelmek asla çözüm olamaz. Zira tozları halının altına süpürmekle temizlik olmuyor. Üryan üryan dolaşanların diğer kişileri günaha sokma hakkı yoktur.
Milliyetçilerin ve muhafazakârların iktidarda olduğu, İmam-Hatiplerin sayısının kat be kat arttığı bu zamanda ahlâkî değerlerin bu kadar dejenere olması(aşınması) anlaşılır gibi değildir. Mevcut pratikler “Dindar nesil geliyor.” tezini çürütürken “Dini dar nesil geliyor.” tezini maalesef daha da güçlendiriyor. Gidişat hiç iyi değil. Rabbim encamımızı hayreylesin.