Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
ÖLÜMDÜ HÜZÜN
Neleri yaşayacağımızı bilmediğimiz ama en azından neleri geride bıraktığımız bildiğimiz yeni bir güne hoş geldiniz!..
Ölüm çoğu zaman üzerine düşünülmeyen, yok sayılan bir kavram olur bizim için. Çok ıssız, kasvetli, korkutucu ve bir o kadar da uzak gelir. Sonsuzluk, hiçlik, bitiş, yok oluş ve belirsizlik gibi kavramlarla da ilişkilendirilir ve bu nedenle çoğu zaman kendine bilinç dışında yer bulur.
Ölümden bahsetmek, ölümü düşünmek yerine hayatın kendisi ve devamlılığı ile ilgileniriz. Aslında haksız da değilizdir çünkü ölüm çok gerçek bir yıkımdır ve eninde sonunda kapımızı çalacağını bilmenin verdiği korku da bir o kadar gerçektir.
İnsanlığın manevi dünyasını ve ölüm ötesini aydınlatacak bir hak kültürü, maddi hayatı tekâmül kanunları içerisinde cari kılacak ilahi bir medeniyet projesi olan Kur’anda dinimizin insanlığa yaptığı ilk çağrı ilk davet şöyle olmuştur.
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.”
Ve devamla…
“Oku, İnsana kalemle yazmayı öğretip, bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz lütuf sahibidir.”
“Bir varmış, bir yokmuş” diye başlar aslında şu kısacık ömrümüz…
İçine neleri sığdırdığımızı fark edemediğimiz, uğruna upuzun acılar çektiğimiz şu kısacık ömrümüz…
Seyrederken yansımalarımızı gerçeklerde, gerçek nedir bilmediğimiz şu kısacık ömrümüz…
Dahasında ise, dalgalandıkça daha da şiddetlenen hayat oyunlarıyla buluruz kendimizi…
Yıllarını zaman makasıyla kestiğin, kırpık kırpık anılarda gözyaşları döktüğün, başlarken bitsin, biterken başlasın diye uğraş verdiğin şu kısacık ömrümüzde doya doya sevmeye de yer vermiş hayat, her ne kadar kendini hissettirmese de…
“*Kalbin köşküne kurulmuşsa nefs: insan da bir, hayvan da bir.
Edep örtüsünü giymemişse beden: bahar da bir, hazan da bir…
Haram lokmaya alışmışsa kursak: aç da bir, tok da bir.
Haline şükrü unutmuşsa insan: az da bir, çok da bir.
Merhamet elini tutmamışsa vicdan: zalim de bir, mazlum da bir. Bildiği ile amel etmemişse dimağ âlim de bir, cahil de bir.
Samimiyetten nasibini almamışsa akıl: akil de bir, mecnun da bir. Manaya bakmayı bilmemişse göz: güzel de bir, çirkin de bir. Vermeye kudretsiz kalmışsa el: zengin de bir, fakir de bir.
Ezandan huzursuz olmuşsa kulak: duyan da bir, sağır da bir…
Allah aşkını tatmamışsa gönül: sevgi de bir, nefret de bir.
Kulluğun önüne geçmişse kibir: şeytan da bir, melek de bir.
Ve gaflet uykusuna dalmışsa ruh: yaşam da bir, ölüm de bir.”
Ne günler yaşandı şu gök kubbe altında.
Ne aşklar, ne sevdalar, ne kavgalar, ne ihanetler, onca egolar, hak etmediği basamaktan aşağı bakanlar, ya su içmeyenlere ne demeli!
Ve dahi ölümler, zamanlı zamansız… Avuçları boş gittiler bir kaç metre bezdi nasip olan yanında götürdükleri… Bir karmaşa içinde kaybolup gidenler…
Ölüm, ölüm ahh ölüm…
Kimine göre, soğuk kimine göre yüzü ak ölüm.
Kimi der Allah çok çektirmesin kimi der ölüm ona yakışmadı…
Herkese her an gelen, hak ölüm.
Ölüm ne ki, ölüm?..
Çok yakın, fazla uzak.
Tanrı gibi, güneş gibi, aşk gibi.
Ölüm gerçeği üzerinde ince bir tülden perdeler.
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Ölüm ne bir güvercinin kanat çırpışı ne de içimizi yakan sevda yelidir.
Ölüm bazen gök kubbenin haykırışı, bazen yeryüzünün irkilişidir.
Ölüm zamana yenilgimizdir.
Oysa geriye kalan, gözlerde birkaç damla gözyaşıyla, ellerde üç beş yapraklı al beyaz çiçekler ve birde Azrail’e “hoş geldin!” diyebilmekte hüner…
Karanlık ‘We die only one death: the one we did not expect’ cümlesinin üzerini çizip pırıl pırıl bir cümle yazıyorum: ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz’
Necip Fazıl: Ne hasta bekler sabahı dedi.
Ahmet Arif: Taşa, duvara, demir kapıya seslendi.
Hüseyin Altın: Dargınım diye ağıtlar yaktı.
Yahya Kemal: Güftesiz bestesini okudu sevgiliye.
Yunus Emre: Ah nefis dedi, ahir zamanı anlattı.
Nazım Hikmet: Ben senden önce ölmek istemem dedi sevgiliye.
Orhan Veli: Sevgilisine şaheserim dedi, birde oturdu İstanbul’u dinledi.
Ruhsati: Nazlı yar ile anlattı aşkını.
Seyrani: Aşkına, yar beni doldurup içer mi bilmem dedi.
Köroğlu: Ayvaz’ına meyini doldurttu.
Kul Nesimi: Sevgiliye ol dilleri rana ile seslendi.
Cahit Sıtkı: Abbas ile ilk sevgilisini istedi.
Atilla İlhan: Ağustos çıkmazıyla yâre gitme ne olursun dedi.
Özdemir Asaf: Sevgilide olmayan sevgiyi aldanı aldatı ile dillendirdi.
Sultan Süleyman: Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki padişah olan Süleyman bu dünyadan eli boş gitmiştir.
Şu gök kubbe altında ne aşklar ne sevdalar ve dahi kavuşmadan ölümler yaşandı…
Ölüm öyle şey ki: Kırdığın kalp kadar anlamsız, sevdiğin gül kadar anlamlı…
Ölüm öyle şey ki: Toprak kadar candan, kurşun kadar keskin…
Ölüm öyle şey ki: Belki yanım başımda, belki elli yıl uzakta…
Ölüm öyle şey ki: Onu unutmadan hayatı yaşamak tadını çıkarmak…
Ölüm öyle şey ki: İki şakak arası unutulmuş sonsuzluk, tedirgin tetiklerde günbatımı…
Allah, insanı çok özel yaratmış. Ölüm, acılı mı, acısız mı, bir anda mı, yoksa birilerine uzun süre muhtaç kalıp, sürünerek mi olacak bilmiyoruz. Ama hepimiz, bir gün bir şekilde öleceğimizi biliyoruz. Ne var ki, insanoğlu, günün birinde bir şekilde öleceğini bildiği halde, bu dünyada sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya da kurgulanmış. Yaş biraz ilerleyip, oranız buranız ağrıdığında, kalbinizin ritmi biraz bozulduğunda, sırtınızda bir adale ağrısı, ya da böbreğiniz de bir taş ağrısı olduğunda belki ölüm aklınıza geliyor ama yine de kendinize kolay kolay konduramıyorsunuz…
Irvin Yalom’un da dediği gibi “güneşe bakmak gibidir ölümle yüzleşmek.”
Sürdürülebilir değildir. Sürekli güneşe bakılamayacağı gibi sürekli ölümün yıkıcılığı ile yaşamak mümkün değildir.
Bugün yaşadığınız en güzel gün olsun, mutluluktan unutamayacağınız bir gününüz olsun ve yaşamın nefis tadını hissettiğiniz, umuda hoş geldin diyen dudaklarınız da tebessüm, ruhunuzda barış, sevgi şarkıları takılı olduğu, sıcak evinizde, sıcak yürekler ile huzurlu, sevgi ve mutluluk dolu, sağlıklı bir Pazar günü dilerim…
Sevgilerin en güzeli sizinle, mutlulukların en güzeli yanınızda, huzurun en güzeli içinizde olarak yaşamanız dileğiyle günaydın, gününüz aydın, geleceğiniz umut, sevgi ve hoşgörüden geçsin…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir dostlar…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın… Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#