Bilim ve endüstri bizim neyimiz olur? Yahut şöyle soralım; bilim ve endüstri bizim dostumuz mu, düşmanımız mı? Bu suâlin cevabını biz değil siz vermelisiniz. Bu yazı, cevabınızı vermek konusunda size biraz yardım edecektir.
Öncelikle şunu belirtelim ki, “bilim” Kemalistlerin “ilim” kelimesinin yerine uydurdukları sahte bir kelime. Bilimi putlaştıran bugünkü üniversite düzeninin kurucusu Almanlar. Sadece onun değil, “modern tıp” denilen ama bizim “işgalci tıp” diye yeniden isimlendirdiğimiz endüstri tıbbının da… Günümüzdeki şer düzeninin kurucu ağa babaları ırk olarak Alman olmasalar da Almanya kökenliler.
Hatta aşağıda anlatacağımız ışınlamayı başlatan, daha doğru ifadeyle insanlığın başına bela eden de Almanlar…
İlim olmaktan çıkan “bilim” denilen endüstri ile ilgili bir de “bilimcilik” var. Bilimcilik, Fransız Auguste Comte’un “bilim, insanın bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yeterlidir” fikrinin adıdır. Bu cümle, İslam akaidi açısından bir küfür cümlesidir. Bu yüzden bilimcilik, İslam dışı sapkın bir ‘izm’den ibarettir.
Zaten Fransız Auguste Comte ateist bir felsefeciydi. Onun fikirlerini Osmanlıya, Avusturyalı Yahudi bir ananın oğlu olan İttihat ve Terakki (İT)’nin kurucusu Ahmet Rıza taşıdı. Auguste Comte ile Ahmet Rıza aynı mason locasına mensuptu.
Günümüzdeki bilim artık tümüyle seküler ve batılı bilgi sistematiğidir. Bu bilgi, vahyi reddeder. Reddetmekle kalmaz, kendini vahyin yerine koyar. Kendi mukaddeslerini üretmiştir. Eleştiriye asla tahammül etmez. Koyduğu kâideler dairesinin dışına çıkanı iktisadî, idarî, siyasî ve itibarî olarak hemen giyotine çeker.
BİLİM AUGUSTE COMTE’UN DÎNÎ
Özellikle bu korona günlerinde bir kez daha görüldü ki; mukaddes bilgi kaynağı pubmed, peygamberi Auguste Comte, müftüleri FDA, EPA, USDA vs., çok sayıda tanrısı olan bilim adlı bir dinin baskısı altındayız. İlginçtir, bu seküler dinin inananlarının sayısı Hıristiyanlık ve İslam ile yarışır düzeyde…
Bu dinin merkezinde asla insan yok. İnsan sadece hedefi. Bu iki cümle çelişiyor gibi gelebilir, ama okudukça çelişmediğini göreceksiniz. Gerçek bir din (İslam) insanın dünya ve ahiret saadeti için koyar kaidelerini. Çünkü onun amacı, insanı her türlü şerden korumaktır. Seküler dinler ise insanı hedefe koyar.
İslam, insanlara yalnızca tayyibâtı; güzel, temiz gıdaları layık görür. Bilim ise gıdanın raf ömrünü uzatmak için radyasyon verir. Adına da ‘ışınlama’ diyerek şirinleştirir. Allah (c.c.), sadece Müslümanların değil, kulu olan tüm insanların tayyib gıdalarla beslenmesini emreder. Bilim ise insanın kanser ve kısır olmasına göz yumar. Yummak ne kelime, bunu bizzat kendisi yapar veya yaptırır.
Nasıl mı?
Hitler döneminde yapılan deneylerden sonra 1957’de Batı Almanya’da, baharatlara radyasyon verilmeye başlanır. Riskleri nedeniyle de 1958’de uygulamaya son verilir. Almanların açtığı bu yoldan bu kez ABD gider. 1963’de konu tartışmaya başlanır ve FDA’ın 1986’da verdiği izinle, gıdalara radyasyon verilmesi süreci Amerika’da resmen başlar.
ABD’yi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) izler ve tüm ülkelere tavsiye eder. Sahneye 1970’lerde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu TAEK girer, gıdalara radyasyon verilmesi yönünde bir nev’i baskı yapar.
TAEK’e müjdeli haber, Avrupa Birliği’nin 1999’da ‘Framework Directive I999/2/C’ adlı yönergesi ile gelir. AB, gıdaların radyasyonlanması konusunda üye ülkeleri serbest bırakır, ama Türkiye konuya balıklama dalar ve 6 Kasım 1999’da çıkan ‘Gıda Işınlanma Yönetmeliği’ ile gıdalara radyasyon veren ülkeler kervanına katılır.
AB ile ABD arasındaki fark ise etikette görülür. Nasıl ki, ABD’de GDO’lu gıdalara etiket konulmuyorsa, radyasyon verilen gıdalara da etiket ve uyarıcı bilgi konulmaz. AB ise her ikisine de etiket zorunluluğu getirir. Ancak konulan ve adına RADURA denilen yeşil ve cezbedici etiket, radyasyona değil âdeta tabiiliğe işaret eder.
Amerikan Ziraat Bakanlığı (USDA) Haziran 1999’da etlerin, Ağustos 2008’de marul, ıspanak gibi taze ürünlerin de radyasyonlanmasını onaylayarak alanı genişletir. Bu gelişmelerden sonra Türkiye de mevzuat değişikliği yaparak uygulamanın sınırlarını genişletir. Codex Alimentarius ise 2003 yılında gıdalara verilecek radyasyon üst limitini kaldırarak riski inanılmaz boyutlara taşır.
Türkiye’de bu anlamda ilk tesis 1993’de Sarayköy Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (SANAEM) bünyesinde kurulur. İkincisi ise 1994’de Tekirdağ Çerkezköy’de Gamma-Pak A.Ş. adıyla kurulur. Yasal olmasa bile, uygulama mevzuattan seneler evvel fiilen başlar. Daha sonra başta Mersin olmak üzere farklı illerde bu konularda çeşitli yatırımlar yapılır.
PEKİ, NEDEN RADYASYON VERİLİR?
Kendi iddialarına göre, raf ömrünü uzatmak, mikrop yüklerini azaltmak, olgunlaşmalarını geciktirmek için soğanlar, kökler, yumrular, taze meyve ve sebzeler, hububat, öğütülmüş hububat ürünleri, kabuklu yemişler, yağlı tohumlar, baklagiller, kurutulmuş sebzeler ve kurutulmuş meyveler, çiğ balık, kabuklu deniz hayvanları ve bunların ürünleri, kanatlı ve kırmızı et ile bunların ürünlerine radyasyon verilir.
Peki, gerçekte yapılan nedir?
Gerçekte yapılan şey, bu gıdalardaki hayatiyeti yok etmektir. Özel tesislere gönderilen araçlara 0,2 ila 10 kGy arasında verilen radyasyon, o gıdalar üzerindeki her türlü canlıyı öldürüyor.
Sadece üzerlerindeki canlıları mı? Keşke öyle olsaydı. Gıdanın kendisini de…
Mesela üzerinde radura işareti olan radyasyon verilmiş yani resmi tabirle ‘ışınlanmış’ bir tohumu alın ve ekin. Günlerce, aylarca değil bir ömür bekleseniz yeşermez. Çünkü tohum ölmüştür. Onun toprakta veya suda filizlenmesi artık imkânsızdır.
Bu hususta çeşitli laboratuvar çalışmaları yapılır. Üç grup farenin birinci grubuna en alt düzeyde radyasyon, ikinci gruba en üst düzey radyasyon verilmiş, susam ve çörek otu tohumu yedirilmiş. Üçüncü gruba ise tabii susam ve çörek otu tohumu…
Bir gün arayla, birinci ve ikinci grup fareler ölürken, üçüncü grup hayatını sürdürür. Fareleri öldüren şey, bize zarar vermez mi?
Ona ne şüphe… Bütün deneyleri fareler üzerinde yapıp, ona göre karar vermiyorlar mı?
Radyasyonlanmış tohum ile tabiî tohum mikroskopta incelenince, tabiî olan muhteşem bir görüntü verirken, radyasyonlu olan korkunç bir görüntüye sahip. Kırılmış, bozulmuş ve siyah bir karmaşa…
Şimdi başa dönüp soralım, insan ve hayvanlara radyasyonlu gıda yediren bilim putu, insanı mı koruyor yoksa şirketleri mi?
Korunan şey mükerrem olan mı, ona hizmete memur olan mı?
Aslında hiçbiri…
Şimdi siz, bu cellatlardan kendi elleriyle yaptıkları koranaya çâre mi bekliyorsunuz?