Sevgili okurlarım, bu gün sizlerle bir okurumun mektubunu paylaşacağım. Bu paylaşımı yapmadan, kısaca okurumun hayat hikâyesini yazmak istedim.
Yadigâr ilkokulu bitirdikten sonra, öğretmen okulu imtihanına giriyor ve okulu kazanıyor. Ancak ailesi Yadigâr’ı bu okula vermeye yanaşmıyor. Böylece olunca da Yadigâr okula gidemiyor. Ancak okumama içinde bir dert oluyor. O günden sonra eline gecen parayla, her seferinde, Isparta’ya gittiğinde, kitap alarak eve dönüyor. Gün geliyor Yadigâr’ın kitapları odasına sığmaz oluyor. Bir kütüphane açmaya karar veriyor. Kendi arsası üzerinde bir kütüphane yaptırmaya başlıyor. Gel gör ki, köy muhtarı binanın yapımına mani oluyor. Kaymakamda muhtarın kararını destekleyince, bina yapımı tamamlanmadan kalıyor. Yadigâr son çare olarak, okumuş olduğu kitaplarının okunmasını düşlüyor. Bu düşünü gerçekleştirmek içinde, bütün kitaplarını doğu bölgesindeki okullara gönderiyor. Bu davranışının takdirini beklemeden, insanların okuyup bilinçlenmesinde önder olmaya çalışıyor. Ama bir gün yağmurlu bir havada Isparta’nın dar bir sokağından geçerken, bakın ne ile karşılaştığını kendi yazdıklarından okuyalım.
“Isparta ilimiz halısıyla, gülü ile gölleri ile dünyaya adını duyurmuştur. Hele tıp fakültesi ve Üniversitesiyle adına yakışan değeri almıştır. Hergün binlerce öğrenci üniversiteye giderken sanki kendim gidiyor gibi gurur duyuyorum. Geçen gün çarşıya yürüyerek gidiyordum. Geri dönerken hafiften yağmur çiseliyordu.2’si kız 4 Üniversiteli taşınma telâşesin delerdi. Etraftan mis gibi güllerin kokusu geliyordu. Onları görünce içim burkuldu. Keşke diyordum içimden, keşke okutsalardı. Edebiyat öğretmeni olsaydım, topluma yararlı
insan olurdum diyordum. Bu düşüncelerle gençlere yaklaştım. Fazla olan eşyalarını gelişigüzel yola atmışlardı. Hâlbuki her tarafta çöp konteynerleri vardı. Başımı çevirip atılanlara baktım. Aman tanrım ne göreyim; sayısız dergi ve kitapları sokağa atmışlardı. Atılanların içinde Karacaoğlan, Namık Kemal ve Türk Dünyasına damgasını vurmuş diğer isimlerinde kitapları vardı. Gerçekle düş arasındaydım sanki. Aklım durmuştu. Hele İmam Gazeli’nin kitabı. İslami yeti öğrenmek ve öğretmek için çabalayan bu insanın kitabı yağmurda ıslanmış ve binlerce kişinin gelip geçtiği sokağa atılmıştı. Ne kadar kitap var poşete katıyor ve ağlıyordum. Bizim gençlerimizden beklediğimiz bu olamazdı. Yanıma kulağı küpeli erkek öğrenci yaklaştı ve “teyze” dedi. “Hasta mısınız? Niye ağlıyorsunuz?” dedi. Biraz oturdum. Delikanlı diğerlerine “teyze hasta galiba, bilseydik de sabah ki kitapları da verseydik “ dedi.” Belki de sobasında yakacaktır”.Artık sabrım bitmişti.”Asıl hasta sizlersiniz” dedim.”ne diye bu kitapları yola atıyorsunuz. ”Ömrünün bir gününe 18 yaprak yazı düşen o mübarek zatı nasıl atarsınız? Yazık sizleri okutan anaya babaya, yazık sizlere verdiği bunca emeğe diye haykırıyordum.” Bana bakıp gülüştüler. Ben kitapları alarak evime götürdüm onları bir güzel sildim ve kuruladım. Sonrada en güzel kaplıklarla kaplayarak kütüphanemin en güzel köşesine yerleştirdim.
İmam gazeli ve diğer büyüklerimiz sanki teşekkür ediyorlardı. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz evime değerli büyüklerim. Sanki kitaplığımda bir gül bahçesi vardı ve mis gibi kokular saçılıyordu. O an çok mutlu olmuştum.”
Yadigâr atila
Sevgili okurlarım,işte yadigar hanımın duyarlılığı, her kese örnek olacak bir davranış sergilemiş olmasından, bende çok mutlu olsum. Kendisinde uzun ömür ve sağlıklı yaşam diliyor ve teşekkür ediyorum.
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair