"Öğretmene Varamadım,
Naylon çorap giyemedim, aabum aabum gız aaabum."
Geçenlerde ÖSYM'nin yaptığı LYS sınavında tanıştığım bir öğretmen arkadaşımdan duyduğum bir cümle yazının konusunu oluşturuverdi. Öğretmenlerimizin veya eğitimcilerin sorunlarını konuşmak için 24 Kasım harici bir gün belirlemiş olmaktan özür diliyorum.(!) Öyle ya, öğretmenin veya eğitimcinin sorunları ancak bu tarihte gündeme getirilir. Eğitim ve öğretime dair bütün cilalı laflar ve ritüeller ortaya konulur, bir sonraki yirmidöt kasıma ve bir sonraki ilköğretim haftasına kadar müstakbelde edilecek laflar ve getirilecek öneriler itina ile saklanır. Öyle ya, bir sonraki yıl dönümünde bize nasıl olsa BU TEMCİT PİLAVI LAZIM OLACAKTIR. Ben de Modaya uyma konusunda hep özürlü olmuşumdur, bağışlayın.
Öğretmen arkadaşım Mehmet KÜÇÜKERGÜLER, ile eğitim ve gelecek nesilleri konuşurken, dedesinin TÜRKİYE Cumhuriyeti'nin ilk öğretmenlerinden olduğunu, dedesinin bir maaşla 15 Cumhuriyet Altını aldığını söylediğini anlattı. Şaşkınlığımla birlikte zaman kaybetmeksizin 15 cumhuriyet altını bu gün ne yapıyor diye hesap etmeye başladım. Bu gün 15 Cumhuriyet altını, 9525 TL yapmakta. O günün öğretmeni Dokuz Bin Beşyüz Yirmibeş TL maaş alıyormuş.
Vaktiyle M. Kemal Paşaya mecliste maaş düzenlemeleri yapılırken, şu soruyu sorarlar:
– Paşam, mebus maaşlarını ne yapalım?
Paşanın cevabı şu olmuştur:
– Öğretmen maaşlarını geçmesin!
Bu gün bir öğretmenin maaşı ne kadar: 15 yıllık bir edebiyat öğretmeni olan arkadaşım, dostum A. BEKTAŞ, 2.100 TL aldığını, ek ders olması durumunda bir öğretmenin en fazla 700 TL ek ders ücreti alabildiğini kendisinin de ortalama 250 liralık ek ders ücreti aldığını söyledi. Bunu da ilave edersek Öğretmenimiz toplam 2.350 TL maaş alabilmektedir. Altın bazında Atatürk döneminin öğretmenin maaşıyla bu günün örğetmeninin maaşını takdirinize sunuyorum.
Bu durumda nasıl bir öğretmen profili ortaya çıkar:
Önüne konulan müfredata göre elindeki kitabı çocuklara anlatma robotu. Bu robot biraz dersine iyi çalışmışsa eğer, bir yerlerden powerpoint sunusu hazırlamıştır veya bir yerlerden konuyla ilgili görsel bulup buluşturmuştur. Hükumetin kitap yardımı ve akıllı tahta gibi ilerici uygulamaları, yurdun dört bir yanına dağılmış bu vizyona erişemeyen çapsız yöneticileri tarafından (maalesef) gölgelenmekte, toplumun en önde gelen sektörü olması gereken eğitim sektörü, vergi dairesi, tapu tescil bürosu gibi, klasik kamu bürokrasisinin görünümleri olmayı sürdürmektedir.
Nerede ilerici ve gelişmeye açık bir düşünce ortaya çıkarsa, bu düşünce sahibi, türlü dalavereler ve ayak oyunlarıyla alaşağı edilmekte. Gelişmeye yönelik her şeyi açık bir tehdit olarak algılayan çapsız yöneticilerin çoğu zaman mobbing ve sindirmeye varan subjektif uygulamaları, geleceğe dair umut ışıklarını söndürmekte ve KAP KARANLIK KISIRDÖNGÜ İÇİNDEKİ CENDERE kronik hale gelmektedir.
Vahamet İçindeyiz!
Bu Çağın En Önemli Sorunsalı: Umutsuzluk Sorunsalı
Cam ve plazma ekranların karşısında KAPİTALİST sistem tarafından tuşlara dokunan parmakucu toplumunun sünepeleştirilmiş, edilgenleştirilmiş, aynılaştırılmış toplumsal yapısı içinde ALINAN ve VERİLEN i görmek gerek. Bizler bilgiyi ve umudu 1970-80 li yıllarda en iyisi ile aldık. Son derece donanımlı UMUT DOLU YÜREKLERLE beslendik. Bu güne geldik. Geldik te ne oldu. Özellikle 80 li yıllardan bu yana kırk yıla yakın süre içinde ne oldu da çağımızın en büyük sorunsalı UMUTSUZLUK SORUNSALI oldu çıktı.
Bu gün gerek ilköğretim düzeyinde, gerek ortaöğretim düzeyinde gerekse şahsımın da içinde bulunduğu yüksek öğretim sisteminde eğitimcilerin gözlerinden yeni jenerasyonlara UMUT aktarılamamaktadır. Çünkü umudu aktarmak için en başta umudu aktaracak kişinin (eğitimcinin) umutlu olması gerekmekte.
Tabi ki bunun bir çok nedeni bulunmakta.
1. Her geçen gün artan oranlı ilgisizlik ve tatminsizlik,
2. Sadece kamu sektöründe değil özel sektörde bile işe girme konusunda artan oranlı rekabet,
3. Ekosistemdeki fiziksel ve kimyasal artık ve atıklardan çok daha korkunç boyutlara varmış kağıt bası ve/veya dijital bilgi çöplüklerinin veya paçavralarının üzerinde bile gezmeye korkan insancıklar,
4. Katılımcı ve çoğulcu yönetim yapılarının oluşturulması yerine, sistemin liberal ve/veya KAPİTALİST rantın büyütülmesiyle özdeşleştirilmesi sonucu EMEK ve DEĞERDEKİ çarpılma veya evrilme/evrimleşme, azgın bir tufan gibi önüne geleni sürükleyen küresel pop kültür akıntısının sınırlarımızı, dilimizi, dinimizi, BİZ'e ait ne varsa çözmesi,
5. Plazma veya cam ekranlalara sızmış gençliğin körleşmiş yavanlaşmış gözlerinden aldığı morötesi umut ışınlarının eğitimcinin bıkkın, edilgen, sindirilmiş gözlerindeki morötesi ışınlarla çakışmasıyla umutsuzluk sinerjisi ortaya çıkmakta.
6. İnanılmaz boyutlara varmış olan samimiyetsizlik ve kronikleşmiş yapaylık ve avatarlaşma,
7. Çekirdek ailelerin parçalanması ve nükleer aile yapılarına ve yaşam düzeylerine adapte olamamaktan kaynaklanan şaşkınlık ve bunu beslemekte zorlanan ekonomik yapılar,
8. Müzik magazin ve futbol afyonuyla efsunlanmış, geceleri gündüz, gündüzleri gece olmuş yarı ayık ve bayık android türünden genç metabolizmalardaki fersizlik,
9. ATA ET, İTE OT YEDİRİLMEYE ÇALIŞILAN anomalik ve kronik hale gelmiş kamusal politikalar ve bu politikalardaki sık sık değişmeden kaynaklanan mekanizmalardaki yalama,
10. vesaire vesaire. Şıkları çok daha artırabiliriz. Ne yazık ki sizlere UMUT veremiyorum, tıpkı gençlere umut verememekte olduğumuz gibi.
Beton veya plastik alışımlı cam binaların ruhsuzlaştırdığı insanlık birbirinin gözünün içine baka baka mikrokozmik yaşamının sanal galaksilerinde dolaşmanın özgürlüğünü (!) yudumlamakta, zincirin acıtmaz olmuş esaretini yaşadığını fark etmeksizin.
Sonuç Olarak;
Dünya alt üst oldu. Kıyamet kopsa ne, kopmasa ne artık. Toplumsal kıyamet kopmuş bile.
Yazımı bir Bektaşi fıkrasıyla bitirmek istiyorum.
Bektaşi'ye sorarlar:
– Erenler, dünyada her şey bozulmaya başladı, dünya alt üst oldu, bu duruma ne dersiniz?
– Bektaşi hemen beklemeden cevap verir:
Olsun evlat olsun… Belki altı üstünden daha iyidir.
Dünyanın altı üstünden daha iyi mi değil mi bil(e)mem. Ama bizler 70-80 li yıllarda fevkalade güzel eğitimler aldık. Umut doluydu gözlerimiz eskilerde,
Şimdilerde gözlerimiz söndü, feri gitti özlerimizin. Öz(ü) geçmiş bi(REY) olarak seçtiklerinin de öyle çok ta bir anlam taşımadığı, hatta hemen hiç bir şeyin kayda değer bir anlam taşımadığı bir ortamda, sizlere inadına da olsa ZÜĞÜRT TESELLİSİ olarak mutlu ve UMUTLU yarınlar diliyorum.
Sağlıcakla kalınız efendim.
Parantezsiz olarak "Vah vah" denilesi sonuç:
Bu gün eğitimcinin gözleri Şişhaneden aşağı bakarken, öğrencinin gözleri Kasımpaşa'dan yukarı bakıp birbiriyle keşişemeyerek kızılötesi enerjiler, morötesi enerjilerle birleşemeyip bir türlü ortaya çıkamayan SİNERJİyi teğet geçmekte.
Not:
Bu yazı, http://www.bilgiagi.net, http://www.bilgievreni.com,
http://www.siyasalforum.org,www.bolgeselhaber.com,
www.sinematur.com, www.ahmetfidan.com, www.ahmetfidan.com, ile, Kuzey, Gazete Gerçek, vb. kağıt bası gazetelerde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.
Sevdiğime Varamadım (Abum Abum Gız Abum)
Vaktiyle, Niksar´ın bir köyünde genç bir ilkokul öğretmeni varmış. Güzel bir köylü kızı sevdalanmış bu öğretmene.. Hem kendine sevdalanmış, hem de öğretmen ya; o zamanda mühim bir meslek, herkesin hayallerini süslermiş öğretmenlik. Öğretmen bey de boş değilmiş bizim sevdalı kıza.. Bunlar konuşmaya başlamışlar, yani sevdalarını, yüreklerini açmışlar birbirlerine.. Bir süre sonra, öğretmenin tayini Niksar´ın içine çıkmış. Kızı almış bir dert, anasıyla (abusu) konuşmuş, "gidecem öğretmenle, seviyorum onu), lakin anası izin vermemiş.. "Onunla bir olamazsın, O koskoca öğretmen bey, sen bir köylüsün, denk değilsiniz" demiş. Öğretmen gitmiş, hem de öyle bir gitmiş ki ne aramış kızı ne sormuş, ne de mektup yazmış. Bizim sevdalı kızı köyden bir çobana vermişler sonra.. İşte bu türküyü derleyen ve kaynak kişi olan Ali KAYA ve Çakır USTA´dır bu düğünün mehterleri (Zurna çalanlar). Kız, "kız başı yıkama" (Reşadiye´de bir düğün geleneği) sırasında ağlayarak, mani yakmış boyle:
"abum abum kız abum
sensin sebebim abum"
beni yaktın sen abum" diye..
Çakır usta ve Ali KAYA da bu sözlerden esinlenerek, bu türküyü yöremiz kültürüne ve türküler hazinemize kazandırmışlardır.
Geçmiş yıllardaki eğitimde kapitalist düşünce olmadan, karşılık beklenilmeyen bir eğitim düzeni vardı. şimdilerde ise maalesef ki sadece herşeyin materyalist / kapitalist amaca hizmet eden yönü var. 1970 ve 80'li yıllarda değerler, emekler, birlik ve beraberlik içince bilgi ağı oluştulmuş topluluk vardı. Şimdilerde sadece kurumun ya da şahısların belirlediği maddiyat düşüncesi barınmakta.. Dolayısıyla eğitime değil bedele bakılmakta maalesef..
Bunları bir bütün olarak düşünürsek; bütün düşler, düşünceler, güzellik ve saflığıyla geçmişte kalıyor. geleceğe düşen ise UMUTSUZLUK.. Ama umudu yok etmeğe kimsenin gücü yetmez. Her canlı "UMUT VAR" olmak zorundadır. Umuttan yoksun olmayan insanlar da vardır, olamalıdır da daima…