Öğrenme merakı insanın yetişmesinde çok büyük bir itici güç, bu yüzden çok seviyorum. Daha altı yaşında okumayı öğrenir öğrenmez anacığımın zeytinyağı kutularına fideleyip cam önüne dizdiği renk renk sardunyaların güzelliği kadar dikildiği teneke yağ kutularının üstünde yazan “kristal” ve “riviyera tipi” kelimelerinin ne anlama geldiğini
merak etmiş karşılaştığım herkese bunların anlamını sorarak başlamıştı merak etme merakım.
Evrilerek de çoğaldı bu meraklar. Evreni, yıldızları, oyun ve oyuncakları, başka insanları ve şehirleri hep merak ettim. Yoksa öyle Komşu Hatçe teyzenin ne yaptığını, evine kimlerin ne zaman, kaç kez gelip gittiği gibi bayağı meraklarım hiç olmadı tabi ki.
İnsanları, şehirleri, dünyayı, dilleri merak ederdim en çok. Ders kitaplarımdan da ilk Türkçe kitabımı okurdum baştan sona daha kitaplarım alınır alınmaz. Otuz üç yıllık meslek hayatımda da öğrencilerimin hep öğrenme merakını geliştirmeye çalıştım.
Şimdi meraklı, araştıran gençlerimizi görüp seviniyorum.
Ben mi ne durumdayım, biter mi öğrenme merakı, bitmez.
Lakin gelinen yaş dilimde aşinası olduğum şeyleri de sevmeye başladım. Aşinası olduğum herşey iyi geliyor; eski terliğim, çantam, yorganım, evim, masam, tabağım, kâsem, fincanım, gözlüğüm, kulaklığım, bastonum, kalemim, tesbihim şimdi onlara cep telefonum ve bilgisayarım da eklendi. Misal on yıllık bilgisayarım çöktü, yenisine alışamıyorum bir türlü. Ve diğer aşinalarım; eşim dostum, arkadaş ve akrabalarım, dostlarım tabi ki. Aşinası olduğun sokakta gözü kapalı yürüyebiliyorsun çünkü.
Öğrenme merakı mı ne durumda? Her zamankinden çok, artıyor eksilmiyor. Bu merak beni ellili yaşlarda başka bir dil öğrenip sınavlara girip başka bir ülkede beş yıl öğretmenlik yapmaya bile taşıdı. Seviyorum öğrenme merakımı.
Ha şeyi unutmuşum, öğrenme merakımın başıma açtığı işlerden söz etmeyi. Sadece birini söyleyim, okumamı çok istemesine rağmen anacığım daha orta okula giderken ilçe halk kütüphanesine gidip üye olup alıp okuduğum “Doktor Jivago” kitabını o yaş için erken ve tehlikeli bulmuş olacak ki ‘kominist olacağım’ korkusuyla ve o zaman üzerindeki klişeleşmiş ‘kız çocuğu okumaz’ mahalle baskısının da etkisiyle bir güzel dövmüştü beni, bu dayağı unutamam.
O zamanın şartlarına göre annem de kendince haklıydı belki. Oysa üç yıllık ilk okul mezunuydu ve okumayı severdi gül yanaklım. Sonraki yıllarda birlikte gülerdik bu dayak anısına, sürekli okurdu, başucunda ayırmadığı saatli maarif takvimini de her gün bir yaprak koparmaz kitap gibi çevirip kıvırarak sürekli okur, yine başucunda ayırmadığı sürekli dinlediği radyosundan da dünya klasiklerini dinlerdi. Ben bu öğrenme merakımı ondan aldığımı da biliyor onun bu dayağını affediyorum.
Dedemi de anmadan geçemem, sadece namaz kılarken ve radyo dinlerken diz çöküp huşu içinde oturan sevgili dedemin öğrenme merakımı ateşleyip dinamitlediği de bir gerçek. Dedem başka bir yazımın konusu olsun.
Daha sonraları şiirlerimi ilk anneme okurdum birlikte düzeltirdik. Sadede gelirsek, öğrenme merakı sayesinde
her zaman tek rakibim dünkü kendim olmuştur. Öğrenme merakınızın ateşini hep diri tutmanız dileklerimle.
Şükran Uçkaç Yargı
7 Kasım 2022
Ankara