Oduncu kısa boylu, tıknaz ve güçlü bir fiziğe sahipti. Oduncuya, “Dip kütüğü” de derlerdi. Dip kütüğü kendini yalnız adam, yerine koyardı.
Başında eski bir fötr, sırtında eski bir yün gömlek, yelek ve dağ botlarıyla işe giderdi. Bu şekilde kendine “oduncu” süsü verirdi. Kimin kesilecek ağacı, parçalanacak kütüğü varsa dağ taş demez, giderdi. Ona göre iş işti. Kolay kolay kimseyle konuşmaz ve her yerde yalnız adam rolünü oynardı.
Sözlerinden, özentiyle aptallığın benzeştiğini anlardın. Aynı cümleleri tekrarlardı. Boş kaldığında deniz kenarlarında gezinir, selin sürüklediği, kütükleri ve dalları kenara çekerdi. Genelde teknik alet kullanmaz, beden gücüne güvenirdi.
Dalgaların kuma sapladığı kütükleri çıkartmak için saatlerini harcardı. Çünkü kuma saplanan kütükleri parçalar satardı. Oduncunun kumdan çıkaramadığı kütüğü, arabaya çektirir ve birkaç dakikada hallederdi. Oduncu tekniğin gücü karşısında hayalleri yıkılırdı.
“Dip kütüğü” motorun gücü yanında ne kadar başarısız olduğunu görüyordu.
Dip kütüğü bazen, sele kapıldığı da oluyordu. Özellikle kütükleri kenara çekerken, birkaç defa sele kapılmıştı. Taşlara ve dallara tutunarak kenara çıkmayı başarabilmişti. Kancayı ağaca atar ve onu iple kenara çekerdi. Oduncu tekniğe yakın bir gereç kullanmaya başlamıştı.
Dip kütüğü sahilde, martılarla kütük beklerdi. Bazen de dereye gider, kenarları yoklardı. Bir ay geçmiş denizden kütük çıkararak satamamıştı. Şehirde yük kamyonunu boşaltma ve yükleme işini yapmaya başlamıştı. Daha temiz para kazandığını ve fırında da karnını doyurma fırsatı olduğunu söylüyordu.
İnşaatlara tuğla, kiremit ve çimento boşaltır, pazarda da sebze yüklüyordu. Evin çatısını yapana veya onarana, kiremit taşıyordu. Nerede ağır iş varsa onu buluyorlardı. Ağır vasıta gibiydi. Oduncu iş için yaratılmıştı. Yaptığı işe karşılık kim ne verirse alırdı.
Belindeki çengelli ipe, semer de eklemişti. Fırında yediği ekmek, peynir ve üzümü görenlere, öyle de çalışıyorum, diyordu.
Elleri takoz gibiydi, derisi kararmıştı. Köylere de işe gidiyordu. Özel kıyafetli oduncu dayıyı gören onu yabancı zannediyordu.
Bir dağ köyündeki büyük ağacı kesmeye kimsenin gücü yetmeyince oduncuyu çağırdılar. Şehirden çıktığında, karşısına yerel gazeteciler çıktı. Gazeteciler oduncuya sizinle konuşabilir miyiz? Diye sordular.
Gazeteci, kendini yalnız hissediyor musun?
Oduncu, çalışan insan yalnızdır. Yalnızlıktan sıkılmam, dedi.
Gazeteci, sıkıntılı günlerin oluyor mu?
Oduncu, çok oluyor. Dünya döndükçe de olacak. Fakat dert edinmiyorum.
Gazeteci, okumak istesen hangi mesleği seçerdin?
Oduncu, çevreyle ilgili bir meslek seçerdim. Aynı işi de yapardım. Oduncunun yüz ifadeleri sertleşti. Alnının çizgileri derinleşti. Bu güzelim toprakları neden bırakırlar anlamıyorum. Toprak betonlaştı. Halbuki beton, çiçek açmaz ve meyve vermez, dedi.
Gazeteci, kara taş evini niçin yenilemiyorsun.
Oduncu, evimin güzelliği her geçen gün daha artıyor. Onun için yenileme ihtiyacını duymadım. Çevresi yeşil zümrüt gibi, bir yaprağın koparılmasını istemem. Çiçeklere, meyvelere ve arılara laf ettirmem.
Toprağın olmazsa “bahar dalının” özelliğini anlayamazsın, dedi.
Gazeteci dünya tehlikeli değişime gidiyor. Devletlerde topraklar işlenmiyor, ürün verimi oldukça azaldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Diye sordu.
Oduncu, gazeteler gerçeği yazmıyor. Herkes kazandığı paraya bakıyor. Para her şeyin önüne geçti. Gazeteciler birer figüran olmuşlar. Düşlerinde de olsa hayal kuramıyorlar. Aklın özgürlüğünde; Cumhuriyete, hukuk ve adalete inanç zayıfladı.
Dünyayı etkileyen düzensizliğe, insanlık dışı olaylara karşı durmayı toplumlar başaramadı.
Gazeteci içten teşekkür etti.
Hasan TANRIVERDİ