Tencere, kısa bir süre daha kalacağa benziyordu. Ocağın odunları geri çekilmiş ve ateşin az yanması sağlanmıştı.
Evin duvarları, yan yatmış ve bu şartlarda eşyaların büyük bir kısmını, dışarı çıkarırken, çorbanın pişmesini bekliyorduk. Çadır sayesinde, barınacaktık.
Çorbanın pişmesi simgemiz haline gelmişti. Evin yıkılması, sanki çorbanın pişmesiyle sözleşmişti.
Evin çökmesi kendiliğinden olmayacağı anlaşıldı. Çünkü çorba pişmiş ve yenmişti. Ev ise hala ayaktaydı. Usta geldi ve yıkım için gerekli düzenlemeyi yaptı. Düşünmediğimiz olay çatının yana kaymasıydı. Halatlarla çatının yana düşmesini sağladık. Peşinden duvarları yıktık. Duvarlar, dolma olduğu için kolaylıkla gerçekleşti.
Deprem riski az olsa da evin sağlam temellere oturması gerekiyordu.
Usta, özel bir plan uygulayacaktı. Ustaya değişiklik öngörüyor musunuz? Diye sorduğumuzda, farklı bir öneride bulundu. Fakat merek de yaptıracağımızı söyleyince, “planı değiştirmeyin,” dedi.
Kır çiçekleri, güzelliklerini sergilerken, evin yapımına da başlandı. Usta, plana uygun çalışıyor ve hiçbir şeyi gelişi güzel yapmıyordu. Doğanın şartlarına da uymak gerekiyordu. Ustanın söyledikleri, düşündüğümüzü doğruluyordu.
Bu arada çorba da belleğimizde yer buluyordu.
Kara ateş aşhanede yanmayacaktı, alışkanlığımızdan vazgeçmemiz zor olacaktı. İçimizdeki duyguya rağmen, kara ateş için merekte ocak yapacaktık. Bu olay için mutluyduk.
Evin yan duvarları yükseliyor ve çatısı kuruluyordu. Köy yaşantımızdan vazgeçmiyor ve merekte çorbayı kara ateşte pişirebilecektik. Çadırda en fazla altı ay kalma ihtimalimiz vardı.
Doğayla bir olmak, hayatın güzelliği. Bu duyguyla, evimizin görünür hale gelmesine sevindik.
Toprağı işlerken, evin de düzeni kurulacaktı.
Hasan TANRIVERDİ