Obanın çocukları, yazlıkların cazibesine yenilmişti. Yenilere obalar cazip değildi. En büyük nedeni çocuklara yaylacılık geleneği öğretilmemişti. Yaylacılığın sosyal ve kültürel etkileri yaşatılmamıştı.
Çocukların peşinde kaldığımız için bizler bile yaylalara çıkamıyorduk. Bu durumu tercih konusu diye geçiştiremeyiz. Çocuklarımızı zamanın yarışına soktuk. Yarış gözümüzü kör etmiş bir şey görmez olmuştuk.
İyi bir lise ve üniversiteyi kazanabilme hırsı. Bu hırslı yaşamayı çocuklarımıza öğrettik. Kimimiz kendim başaramadım, çocuğum başarsın diye bazen de gelecek kaygısıyla yarışı göğüsledik.
Dağ turizmi dediler, önce yolları, sonra dağları gezip görmek için, düzenli hâle getiremediler. Düzensiz yollardan gençler kaçtı ve sahillerdeki yazlıklara gitmeyi tercih ettiler.
Şöyle de düşünen var; Obanın çocukları, yaylacılık geleneğini sürdürmek için, ellerinden geleni yaparlardı ama gelenek ile yarınların güvencesi çatıştı. Bu durumda yarınları güvence altına alma düşüncesi, çatışan yaylacılık olayında yaylacılık kaybetti. Buna karşılık yaylalardaki değişim, inanılmazdı. Yenilenen evler, obanın geleneksel yapısına uygun değildi. Fakat bu tür evler çoğunluktaydı. Evin içleri düzenli döşeli, sobalı ve tüplüydü.
Kardeşime seslendim, çırayı odunlara taktım. Ateşi yaktım ve karşısına geçip ısındım. Çıranın ve ateşin dumanını kokladım. Üzerim is kokmaya başladı, böylece yaylaya geldiğimi anladım.
Sosyal değişimin en büyük yanı ise inek beslememe anlayışıydı. Obada belki üç tane inek yoktu. Eskiden yalnız bizde üç inek vardı. İneklerin bağırmasından ve zil sesinden duramazdık.
Obanın sosyal ve ekonomik yapısı, ailelere o kadar büyük katkıda bulunuyordu ki, Babam; “Yaylaya gitmezsek, geçinemeyiz,” derdi.
İneklerin yiyeceği bahçede, odun ormandaydı. Ayrıca yaylanın çayırı ve odununun köye taşınması, büyük nimetti. Oba dağda yakınında çarşı yoktu. İstediğini alamazsın. Onun için aileler birbirine çok bağlıdırlar. Yardımlaşma ve paylaşma ileri derecededir. Kendinde olandan kesinlikle diğer ailelere verilirdi. Şimdide gençler internetten paylaşım yapmaktadırlar.
Obanın orijinal tahta evlerinden bir iki tane kalmış, eski evlerin yıkılmasına üzüldüm. Çünkü onlar yaylamızın mührüydüler. Çatısı ince tahtadan yapılmıştı. Obanın çevresindeki doruk ağaçlarına adımızın baş harflerini kesmiştik. O ağaçlar büyük ve yaşlı ağaç olmuş ve bir kısmı kışın rüzgârından kırılmışlardı ve o ağaçlara da üzüldük.
Çocukluğumuzun birlik ve beraberlik içerisindeki obası, yerini bireysel ve beton evlere bırakmış. Dağ başında bile düzenin gereği gibi yaşamaya mecbur kalınmıştı. Üzüldüm ama yapılacak bir şey yoktu. Yalnız yanıktan topladığımız çilek, kış boyu yediğimiz en güzel reçel oluyordu. Yine yabani armut, reçeli güzel kokusuyla bir numara oluyordu.
Yarın obanın çocukları olarak “Topuk” denilen çimene gideceğiz.
Havasına ve suyuna diyecek yoktu. Fakat on beş gün kalmak gerekirdi.
Hasan TANRIVERDİ