Uzun yıllar artezyenle beslenen evimizin musluktan akan suyu hep kumlu ve bulanık akmaktaydı. Gelen hiçbir su tesisatçısı işi çözememiş, paramız boşa gitmişti.
Bir sohbet esnasında yan komşumuz;
” Benim tanıdığım iyi bir usta var, ama o öyle her telefona çıkmıyor, pek de kimseye gitmiyor. Belki size gelir. İşte telefonu…” diyerek
o ustayı önermişti bize.
Verdiği numarayı aradım. Çıkmadı. İnatla aradım. Birkaç gün aralıklı olarak böyle sürdü onu aramam.
Nihayet bir gün ahizeden sesini duyabilmiştim.
Ona önce şu cümleyle yaklaşmıştım:
” Uganda Başkanına daha kolay ulaşabilirdim. Ne bu yahu?! Telefon taşımaz mısınız, siz ?”
Tepkime ne güldü, ne de yanıt verdi. Sanki hiç duymamıştı.
” Konu nedir hanımefendi?”
Bende;
” Konuyu ancak siz buraya kadar gelirseniz vakıf olabilirsiniz, beyefendi. Söze ne hacet?”
Tınmamıştı: Üstelik 2 sözcükle beni sakin kılmıştı.
” Adres lütfen…”
Üç gün sonra geleceği sözünü aldığım su tesisatçısı ile telefonda görüştüğümüzde az da olsa umutlanmıştık.
Üç gün sonra…
Gelen adam, iyi giyimli, düzgün Türkçeye sahip, ama aksi birine benziyordu. Kısaca sıkıntımızı anlattım. Yeri tespit etti.
” Kuyu ile motor arasında fazla mesafe var. Bir de motor ters bağlanmış, tabi su geri basıyor.”
Der demez iş tulumlarını giyinip kol sıvadığında temiz giysilerini özenle katlamış, çantasına yerleştirmişti bile…
Sonra alet çantasından çıkardığı aletleri tek tek bahçenin toprağına atmaya başladı. Pek konuşmadığı gibi sürekli sesli düşünüyordu.
İçimden ” kırık herhalde biraz” diye düşünerek ona haksızlık ettiğimi 2.gün anlamıştım.
İşini iyi yapmıştı.
Yıllardır su sıkıntısı çeken binamızın artık musluklarından buz gibi gürül gürül artezyen suyu akıyordu. Tüm sorunumuzu profesyonel çalışmasıyla teknik olarak gidermişti. Hem de abartısız minimal bir ücret alarak…
Ustaya ödemeyi yapmadan önce ona kahve ikram etmek istedim.
Kabul etmişti.
Kahvelerimizi içerken biraz övgü dolu sözcükler sıralamıştım. Böylece onu daha net tanıyabilecektim. Ama o hafiften bir teşekkürle geçiştirmişti.
Ama yılmadım. Onu konuşturacaktım:
“Valla sizi tebrik ederim. Siz gerçekten işinin ehli, bu işi iyi bilen bir ustaymışsınız. Kimse çözememişti bu durumu!”
Hayret konuşmaya başlamıştı:
” Bakın hanımefendi. Ben su tesisatçısı değilim. Usta da hiç değilim. Sadece bu işe merak sarmış emekli bir askerim.”
Sonra bana öyle bir soru sordu ki, yanıtım hoşuna gitmişti.
” Cumhuriyet sonrası, Atatürk dışında bana gerçekten Türk olan, mason olmayan bir lider adı verebilir misiniz?”
Soruya tam ve doğru bir yanıt vermek için biraz düşünmüştüm tabi. Aklımın labirentlerinde ki liderler tek tek çıkıyordu.
” Galiba hiç yok…”
Başladık memleket meselelerinden ve tarihin içine sızıp dünya siyasetinden konuşmaya.
O konuştu, ben dinledim.
Bellek rafları tıka basa dolu canlı bir kütüphaneydi sanki.
Ondan öyle anlamlı ve yaşanmış tarihi öyküler dinledim ki…
Sohbetimiz hiç bitmesin, istemiştim.
O günden sonra onu, bir daha hiç görmedim. Telefonundan metalik robot bir kadın sesi dinliyordum:
” Vodafone kayıtlı böyle bir numara bulunmamaktadır!”
Kimdi?
Nereden gelmişti?
Hiç öğrenememiştim!
Emine Pişiren/ Kocaeli