Çalar saatin sesiyle yataktan öyle bir fırlamıştım ki, gören uçağı kaçırdım sanırdı. Tek gözümü kısarak etejerin üzerinde ki saate göz attığımda en az 30 dakika gecikmiştim. O an panikle sağ tarafıma baktım. Eşim yoktu!
Eyvah ki ne eyvah!
Alel acele yüzüme su çarpıp dişlerimi fırçalarken burnuma mis gibi kızarmış ekmek kokusu çalındı. Aynadaki aksime huzurla gülümsedim. Bir de öpücük verdim.
İşte bu ya, işte bu!
Diğer yarım, eksik yanımı tamamlamıştı. Biricik oğlumuzu okuluna aç göndermeyecekti.
Alt kata adeta uçarak indim. Eşim tahmin ettiğim gibi ocak başındaydı. Onu belinden kucaklayıp ensesinden öptüm.
” Yapma, dur! ”
Yüksek sesle sayıyordu.
“1, 2, 3, 4, 5, 6… 7… 8… 19… 29… 30…”
Ocakta yumurta pişiriyordu… Hayretle sordum:
“Aa, sayı saymak da ne öyle?!”
Yumurtayı cezveden çıkartıp cam kasenin kenarına hafiften iki kez tıklayıp ikiye kırdı. Yumurtayı kaseye akıttı.
“Sayıyı şaşırırsam yumurta katı pişiyor canım. Biliyorsun oğlumuz katı pişince yemiyor. Bak seninkisi orada. Katı pişirdim. Hadi uyandır oğlumuzu. Okula geç kalmasın.
Eşime gururla baktım.
O iyi bir eş, aynı zamanda mükemmel bir babaydı.
…
Emine Pişiren/Kocaeli