Yazmak mutsuzluktur, der İlhan Berk .
Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, der Nazım.
Necati Cumalı hocam bir gün iş yerimizde ki odamıza gelip bana;
” Dikkat ettim de sen konuşurken ‘Şey’ sözcüğünü sık kullanıyorsun. Sözcük belleği zayıf, sürekli savunmada kalan kişiler kullanır o sözcüğü,” demişti. Utanmıştım. O gün bugündür dilimin gerisinde tutsak etmiştim: “Şey” atıl kalmıştı.
Bir de ” Ve” sözcüğünü sık kullananlara tepkisini hemen de gösterirmiş kıymetli edebiyatçımız Nurullah Ataç.
Ah ah, şiirlerimizde öyle sık yazıyoruz ki..!
Yazmak konusunda kıymetli yazın arkadaşım Önder Karaçay ‘ın bir yazısını okumuştum:
” Yazmak ve konuşmak zıt düşünce ve didişmelerin ortak konularda anlaşmak amaçlı iletişim türleridir.
Susmak en iyi cevap olabilir. Cevap vermiş olmak sorun çözmüş olmaz.
Susmak, soruna sessiz destek veren, sürtüşmeyi uzatan bir tutumdur.”
Susmaya hiç bu açıdan bakmamıştım.
Ee, şimdi aklımı bir soru daha gıdıklayıp duruyor: Acaba biz Türkçeyi doğru yazıp doğru konuşabiliyor muyuz?
Yıllar önce bir yazın dostum bana;
” Sen Türkçe konuşmasını biliyor musun?” Diye bir soru yönelttiğinde inanın çok çok şaşırmıştım.
Daha önce hiç kimse anadilimi sorgulamamıştı!..
” Tabi ki” diye yanıt verdiğimde “Asansör sözcüğü Türkçe midir?” Demez mi!?
O dakika düşündüm iyi mi?
Nasıl düşünmem ki?
Asansör sözcüğünü heceleyerek hem de…
Asa…Asan…Asan… Sör…
Sanki Arşimet, gibi sesimi yükseltmiştim:
” Buldum…Buldum…Fransızcadır”
Tebrik etmişti gülümseyerek.
Aldı mı beni o dakika bir merak!
” Türkçesi nedir peki?”
” Ben de düşünüp duruyorum,” demez mi TDK tarafından ödüllü söz ustası!?
Her ikimiz de sesli düşünmüştük:
İndir…Bindir…
İndiren…Bindiren…
İndirgeç…Bindirgeç…
.
Şimdi Kemal Bek hocamız sayfasında sormuş:
” Film mi, filim mi?” Diye…
Sizce ben hangisini yazmalıyım?
” Filim” yazarken aklıma hayvanat bahçesindeki fil geliyor.
Espriydi.
Ah yine Fransızca yanıtladım.
Bu Fransızca sözcüğün de Latince spiritus “nefes, ruh” sözcüğünden evrilmiş olduğunu nasıl da unutmuşum.
Pardon “şakaydı,”yazmalıydım.
Ay sahi ya!
“Pardon da” Fransızca idi değil mi?
Fransızca pardonner “affetmek” fiilinden türetildiğini nasıl da aklımdan çıkmış!?
Şimdi de “Akıl” sözcüğü düşündürüyor beni…
Sahi akıl da Arapça kökenliydi!
Ne kadar da yabancı sözcükle uzaklaşmışım dilimden!
Peki ne demeliydim ki ben şu an?
“Şaka” mı?
Arapça ” Talihsizlik, acı, üzüntü, sıkıntı” anlamını taşıyan ” Şaka” sözcüğünü mü kullanmalıydım?
Bellek raflarında bulamıyorum yerine bir sözcük.
Acep Arapça bir sözcük olan “mizah” mı deseydim?
Ayy, neden konuşamıyorum şimdi?
Bendeki bu durum neye benzedi biliyor musunuz?
Hani karga bülbül gibi ötmek, bir serçe gibi yürümek istemiş de sonra kendi sesiyle yürüyüşünü karıştırıp unutmuş…
Bende ki hal de işte o misaldi.
Sahi ” misal mi” yoksa “örnek mi” yazmalıydım?
“Misal” sözcüğü Arapça iken…
“Örnek” sözcüğü Ermenice iken…
Her yazıp çizdiğim sözcük dilime diken olur iken…
Ben ne zaman Türkçe yazıp konuşabilirim ki?
Sorusunu sorarken kendime aklıma yeni bir sözcük çelme atıyor:
Tren mi, tiren mi ?
Haydi bunu da bi zahmet siz düşünün.
Zira ben güzel Türkçemiz nereye kaybolmuş, onu arayacağım.
Emine Pişiren/Akçay