467 Memleketimden İnsan Manzaraları
Bu hafta okuduğum “Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz” adlı kitabın, arka kapağında ne yazıyor bakınız:
“Eşinizi ne kadar tanıyorsunuz?
Aynı evi ve aynı yatağı paylaştığınız kişiyi, ne kadar anlayabiliyorsunuz?
Sizinle yaşamak, onun damağında nasıl bir tat bırakıyor?
Tatlı, tuzlu, acı, ekşi, kekremsi… Hangisi biliyor musunuz?
Kadınlar ve erkekler birbirlerine benzemezler.
Farklılıkları bilirseniz nimet, bilmezseniz külfet olur.
Farklılıkların keyfini çıkarmak isteyenler için…
İşte size İPUCU HİKÂYELERİ…”
Bu söyleşi yazımızın adından da anlaşılacağı gibi, eşlerden pek çoğu eşinin ufak tefek hatalarından yakınıp durur hep. Pekiyi ya bizim hatalarımız?
Hayır, hayır! Bizde hata yoktur hiç. Çünkü sütten çıkmış ak kaşığızdır biz!
Öyle midir acaba? Bir de karşımızdakine sorsak!
Biberden daha acı, kılıçtan daha keskin, mızraktan daha sivri değil mi dilimiz?
İster kadın olalım, ister erkek… Maalesef yeterince tanımıyoruz eşlerimizi. Doğum gününü, nerde doğduğunu, annesinin, babasının adlarını biliriz. Biliriz de buncağız bilgiyi onu tanıdığımızın kanıtı sanırız.
İşte bu yanlış sanıdır; bizleri yanıltıp aldatan.
Ve sanırız ki, eşimiz de bizim baktığımız pencereden bakar, dünyaya hep.
Hayır, hayır; bin kez hayır! O başka pencereden bakar çünkü. Niçin mi?
Biri baydır çünkü eşin, öteki bayan…
İki eş de şunu sorup durur hep:
“Neden eşim benim gördüklerimi görmez? Niçin eşim benim gibi düşünmez?”
Ayrı pencerelerden baktığımız için, aynı şeyleri görmemiz mümkün değildir çünkü. Erkek güneye bakarken, kadın kuzeye bakarsa, nasıl olur da aynı şeyleri görebilirler?
Neden aynı pencereden mi bakmazlar?
Yaradılışlarına aykırıdır da ondan… Kadınla erkek arasında ilk bakışta bile görülebilen farklılıklar varsa, duygu ve düşüncelerimizde de farklılıklar olması normal değil mi?
Eşlerin ikisi de bu gerçeği bilmedikçe, bilip de yüzde yüz kabul edip benimsemedikçe, o ailede kavga da bitmez bir ömür, gürültü de… Ve dahası, genellikle büyük bir aşkla başlayan evlilikler, boşanmayla biter kısa bir süre sonra.
Daha da acısı, birbirinin canlarına da kıyarlar; gözlerini kırpmadan hiç.
Dünyanın en zor işidir belki de, birbirini seven eşlerin bu güzel ve mutlu birlikteliği ömür boyu sürdürmeleri.
Düşünün ki, yedi düvelin hakkından gelerek yeni bir devlet kurup onca devrimleri yapabilen Atatürk gibi bir dâhi bile yürütememiştir; Lâtife Hanım’la olan o güzel birlikteliği. İyi ki, dostça ayrılmış ikisi de. İyi ki, bir ömür içlerine gömmüşler; acılarını, üzüntülerini. “Başkalarını ne ilgilendirir bu?” deyip konuşmamışlar; o konuda hiç.
“Şöyle büyük aşk, böyle büyük aşk” reklamları, gösterişli düğün, hediye ve takı törenleriyle evlenenlerin birçoğu, kısa bir süre sonra çıkıyorlar da televizyona, neler neler anlatıyorlar; “biricik aşk”ları hakkında. Siz de görüyorsunuz bunları, bencileyin şaşırarak.
Düşünün ki, birçoğunun çocukları da var. Demek ki, öyle kararıyor ki gözleri, kendilerini düşünmedikleri gibi, çocuklarını da düşünemiyorlar.
Bütün suç erkelerde diyorum ben. Neden Sema Maraşlı’nın dediği “BÜKÇE” gibi değerli bir dili öğrenmiyorlar? Öğrenmek için de küçücük bir çaba göstermiyorlar?
Oysa öğrenilmesi çok kolay bir dil bu. Ama yararı saymakla bitmez.
Bu dili öğrenen hem mutlu olur bir ömür, hem mutlu eder eşini ve çocuklarını. Dolayısıyla tüm yakınlarını ve çevresini… Yazar Maraşlı’nın “Bükçe” adlı öyküsünde, bir babanın, evlenmek üzere olan oğluna ne söylediğine bakalım:
“Eğer kadın dilini bilirsen, bir kadınla yaşamak, dünyanın en büyük zevkidir ama bu dili bilmezsen, hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek, “Bütçe”yi öğrenmeli.
– İyi de neden bütçe?”
diye sorunca damat adayı oğul, yanıtı şu olur babanın:
“-Çünkü kadınlar konuşurken çoğu kere, söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını “Bükçe” koydum.
– Bütçe zor bir dil mi baba? diye sordu gülerek.
– Bana bak, çok ehemmiyetli bir mevzu, eğleniyor gibisin, biraz ciddiye al. Bir Kadınla mutlu olmak istiyorsan, bu dili bilmen şart! Çünkü kadınlar sözü bükerek Bükçe konuşurlar. Sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor…”
Delikanlı bu kez de, “Kadınlar neden bizim gibi değil de dolaylı konuşuyorlar?” diye merak edince, babası şöyle açıklar:
“Birincisi, duygusal oldukları için, “Hayır” cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından dolayı, sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için, onların iletişim yetenekleri çok güçlü.”
Niçin mi çabucak kızıp kırılmalarını
“Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler. Fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.” (*)
Yaşınız kaç olursa olsun, “Bu kitabı okuyun” derim ben mutlaka!
Başa dönersek: Belki dikensiz gül de vardır ama kokmaz onların hiçbiri.
—————————————–
(*) Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz, Sema Maraşlı, Motto Yayınları, 3. Baskı, 2019, Sa. 48-49
E-Posta: bilgi@mottayayinlari.com; www.mottoyayinlari.com
Hüseyin ERKAN