Bundan birkaç gün önce yirmi yaşlarındaki bir genç annesinin öğretmen olarak görev yaptığı bir okulda yirmisi çocuk olmak üzere yirmi sekiz kişiyi katlettikten sonra intihar etti.
Bundan önceki yıllarda da ABD’de bu tür olaylara şahit olmuştuk. Belli ki şu anda Amerikalılar toplumsal travmalar yaşıyorlar. Ve bunun henüz farkında değiller.
Farkında değiller, çünkü bu tür her olaydan sonra ülkedeki silahlanma yasası tartışılıyor. Silah edinmenin bu kadar kolay olmaması gerektiği yönünde serzenişler, eleştiriler var. Hatta yürüyüşler düzenleniyor. Hâlbuki kolay silahlanma bu tür (bana göre toplumsal travmanın) olayların sadece yüzdesi az nedenlerinden biridir. Önemli olan o gencin bu katliamı yapacak ruh haline nasıl geldiğidir. Belki de Amerikan siyasetçileri ve bu konunun uzmanları biliyorlardır da pek açığa vermiyorlardır. Kim bilir?
Amerika bildiğimiz gibi “kırkambar” bir devlettir. Ülke içinde mezhep olarak Protestanlar hâkim gibi görünseler de etnik bir milletin hâkimiyeti yoktur. Nüfus olarak İrlandalılar, İspanyollar ve/veya İtalyanlar etnik olarak gösterilseler de bu etnik gruplar kendi içlerinde kültürel olgunluğu yaşayacak, yaşatacak bir düzeyde ve ülkenin kültürel lokomotifi olacak gelişmişliğe sahip değiller.
Göç ettikleri bin beş yüzlü yıllardan itibaren Avrupa’nın çoğunluğu fakir, zengin olma hayalleri taşıyan, yani maceraperest insanlarının torunlarının yaşadığı bir ülkedir Amerika. Çevirdikleri filmlerde dahi bütün övünç kaynakları Kızılderililere karşı yapmış oldukları katliamlardır. Ya da birbirlerini boğazladıkları kovboy filmleridir.
Kısaca kültürel anlamda dünyaya katkıları yok denecek kadar azdır.
Zenginliklerine ve kurdukları imparatorluğun gücüne gelince; Bildiğimiz gibi Amerika iki dünya savaşına da savaşların ikinci yarılarında girmişlerdir. Yani devletlerin savaşmaktan bitap düştükleri, güçlerini yitirdikleri anlarda savaşa girmişler ve hem silah satışlarından zenginleşmişlerdir… Hem de zinde galip olarak birinci dünya harbinde kısmen, ama ikinci dünya savaşından sonra en etkili iki taraftan biridir.
Aslında Amerika’yı bu denli büyük yapan Sovyetler Birliği olmuştur. Zira Komünizmin karşısına ideolojik olarak bir düşman gerekliydi. O da kapitalist Amerika idi.
Nitekim Sovyetlerin yıkılmasından sonra Amerika tek başına liderliğin üstesinden gelebileceğini zannetmiş, lakin başaramamıştır. Nitekim devirdiği çamları telafi etmek ve kaybettiği prestijini yeniden kazanmak için, babası Müslüman siyahî Obama’yı başkan seçmek zorunda kalmıştır.
Şu anda karşımızda çok yönlü bir dünya var. Yani bir anlamda Amerika’nın alternatifleri çoktur. Ve Amerika da eski gücünde değil. Filistin’e Birleşmiş Milletlerde gözlemci devlet statüsü verilmesindeki oylamada Amerika’nın durumunu gördük. Amerika’nın Sovyetlerin yıkılışından sonra piyasaya sürdüğü demokrasi bekçiliği de artık para etmiyor.
Bu söylediklerimizden sonra şu iki soruyu Amerika için soralım;
Birincisi, Amerika Sovyetler zamanında özgürlüğün, yıkılıştan sonra da demokrasinin bekçisi idi. Şimdi her ikisinin de modası geçmek üzere olduğuna göre neyin bekçisi olarak dünyayı söğüşleyecek veya daha kibar ifade ile hangi gerekçeler ile müdahale edecek?
İkincisi ise; Amerika gücünü kaybedip, ülke içinde fukaralaşmaya başlarsa birliğini ne ile sağlayacak?
Öyle ya, bireyciliği alabildiğine körükleyen kapitalizmin paramparça ettiği bu toplum zor günlerde hangi duygularla ve ideallerle birbirlerine kenetlenecekler.
Şimdi birilerinizin “Amerikanlılık” dediğini duyar gibiyim…
Cancağızlarım o dediğiniz şey akşamdan sabaha bir-iki yüzyılda oluşmadığı gibi; Tarihler göstermiştir ki, imparatorlukların üst kimlikleri daima güçlü oldukları sürece vardır ve o zamanlar da işe yararlar.