1/2
Memletimden İnsan Manzaraları 506
NE MUTLU GÜZEL İZLER
BIRAKAN İNSANLARA
BİR VATAN ÖZLÜYORUM
Temeli akıl, mantık ve bilimle atılmış
Yasama, yürütme ve yargının bağımsız olduğu
Hukukun karşısında herkesin eşit bulunduğu
Üstünlerin hukuku değil
Hukukun üstün olduğu
Bir vatan özlüyorum.
Dr. Hüseyin DEMİRCİ
(Ben Bir Sevgi Dağıyım Anadolu’da)
Düşünen, eleştiren, soran, sorgulayan insanları severim ben. Ve özellikle de öğrencilerini böyle yetiştirmek için çırpınan öğretmenleri… Ne yazık ki böyle öğretmenlerin sayısı gittikçe azalıyor.
Eğitimci yazar ve şair Bahattin Gemici, Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulundaki öğretmenlerini de anlatır; Hasanoğlan Ateşi adlı eserinde. Hemen ona bırakıyorum sözü:
“İlk üç yıl Türkçe dersimize Nihat Sanal öğretmenimiz geldi. O anlatır, biz dinlerdik. Çoğumuz derste uyukluyorduk. Yazılı kâğıtlarımızı doğru dürüst okumadan, yanlışlarımızı çizmeden, bize önerilerde bulunmadan notunu verirdi. Ben genellikle iyi ya da pekiyi alırdım ama neye yarar?”
Nihat Sanal’ı iyi tanırım. İki yıl birlikte çalıştık; aynı okulda. Ne o beni sevebildi, ne ben onu… Taban tabana karşıttı çünkü, eğitim görüşümüz. Musa Okay, Ahmet Tuncer, Himmet Şahin, İhsan Aksu, Şenay Can, Osman Işık gibi Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerin aksine tepen bakardı öğrencilere. Sevgi değil, korku okunurdu gözlerinde. Okumaya da özendirmezdi öğrencilerini, yazmaya da…
Ders dışı zamanlarda beni sık sık görmeye gelen İbrahim Kaypakkaya(*), Murat Ali Kiremitçi, İsmail Çoban ve Deniz Esen gibi 4. ve 5. sınıftaki öğrencilerinin edebiyat ve kompozisyon derslerine giriyormuş. Anlattıklarına göre ders boyu o konuşurmuş yalnızca. Öğrencilere bir şey sormaz, onların da sormasına izin vermezmiş. Benim İstanbul Çapa Eğitim Enstitündeki edebiyat öğretmenim Nihad Sami Banarlı gibi… O da böyle bir öğretmendi. Gelir, kürsüye kurulur; önündeki dosyaya bakarak anlatır durur, biz de ha bire not tutardık.
Aynen Banarlı gibi “öğretmen” değil, “hoca” olarak görürdü; Nihat Sanal da kendini. İlkokul, ortaokul neyse ne de lise, yüksekokul ve üniversitelerde mutlaka “Hocam!” diye seslenilmeliydi onlara.
50-55 yaşlarındaki Nihat Sanal “hoca”nın karşısında 23 yaşında Hüseyin Erkan gibi “tıfıl” bir yeniyetmenin, “Biz hoca değiliz arkadaşlar, biz öğretmeniz. O nedenle ‘Hocam!’ demelerini istemeyelim öğrencilerimizden.” demesi bile onun bilgisiz olduğunu göstermiyor muydu?
Öğle yemeklerinde, Türkçe derslerine girdiğim öğrenciler, öğretmenlerin oturduğu masaların yanından geçerken, alışılagelmiş olan, “Âfiyet olsun Hocam!” yerine, “Yarasın öğretmenim!” demeleri
Nihat Bey gibi birçok meslektaşı da -haklı olarak- çileden çıkarıyordu. Hele hele Ankara’da serbest avukatlık yapan matematik öğretmeni bir arkadaş vardı ki!..
2/2
İki yıl zevkle görev yaptıktan sonra bu okulda, zorunlu olarak Kars’a doğru uzun bir yolculuğa çıkıp ayrılmıştım; Hasanoğlan’dan.
Ben biraz fazla konuştum bugün. Sözü Gemici’ye bırakıyorum yine:
“Dördüncü sınıfta edebiyat dersimize ilerici bir öğretmen olan Hasan Hüsnü Durgun geldi. Onun ilk şiir kitabı Özlem Kuşları’nı severek okumuştuk. Öğretmenimiz bize eleştirel düşünme, tartışma, okuma ve dinleme alışkanlığı kazandırmak için çırpınıyordu. Abbas Sayar’ın Yılkı Atı, Cengiz Aymatov’un Öğretmen Duyşen’ini derste sonuna dek okumuştu. Ben de belki onun etkisiyle 17 yaşımda şiir yazmaya başladım. “
İşte benim sevdiğim gerçek bir öğretmen!.. Ansiklopedik bilgiler anlatıp onları not ettirerek ezberletmez; gerçek öğretmen. Bu basit işi okuma yazma bilen herkes yapabilir. Akşamdan okur, ezberler; ertesi gün sınıfta ezberini tekrar eder. Üç gün sonra kendisi de unutur söylediklerini. Öğretmenlik değildir bu! Böyle yetiştirilen gençler, öğretmenin ağzından çıkan her sözcüğü yazıp ezberledikleri için sınavlarda hep “Pekiyi” alsalar da ismin de haliyle dahi anlamına gelen de’yi de ayıramazlar; iyelik eki olan ki ile bağlaç olan ki’yi de…
Aradan 20 yıl geçtikten sonra Gemici, Hasan Hüsnü öğretmeniyle karşılaşır Ankara’da. Nasıl da bir sevgi ve saygıyla kucaklaşırlar! Gidin de Gemici’ye sorun; siz onu.
Ve son sınıftayken bu kez de Hüseyin Bilgen girer; edebiyat derslerine. Şansa bakın ki siz, bu öğretmen de kuru bilgiler verip not tutturarak ezber yaptıracağına Oktay Rıfat, Ece Ayhan, Cemal Süreya’dan şiirler okur, kimi zaman da kitap eleştirileri yaparmış. “Onun derslerini dinlemek bizim için büyük bir zevkti.” diyor; yazarımız Bahattin Gemici.
Ne mutlu, öğrencilerinde güzel izler bırakan öğretmenlere!
Ve ne mutlu, öyle öğretmenleri olan öğrencilere!
————————————————————————— (*) Bu satırları yazarken, bir fotoğraf düştü telefonuma. 1967 yılı Kars/Arpaçay Ortaokulundan öğrencimiz, öğretmen Âkif Terzi’den… Fotoğrafta üç genç… Ortadaki şapkalıyı çok iyi tanıyorum. Tamam da Âkif nerden tanır ki onu? “Ortadaki şapkalı genç kim?” diye sordum. İşte gelen yanıt:
“Sevgili Öğretmenim! O şapkalı delikanlı İBRAHİM KAYPAKKAYA’dır. Diyarbakır Cezaevinde 1973’te işkencede öldürüldü. Çok iyi, “ser verip sır vermeyen” bir devrimciydi. Anısı önünde saygıyla eğilirim. Benim çok iyi bir arkadaşım, yoldaşım ve korkusuz bir sosyalistti. Toprak ana, incitme sakın onu!”
Birkaç dosta daha tıkladım; o fotoğrafı. Hasanoğlanlı Mustafa Karaaslan ne diyor, dinleyelim:
“Kaypakkaya zeki, okuyan, düşünen, düşündüğünü yazılı ve sözlü korkmadan aktaran 68 kuşağının öncü bir eylem adamı idi. Başarısı nedeniyle İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna seçilmişti. İst. Ün. Fen Fakültesinde okuyordu. Deniz Gezmiş’in eylemini çok erken buluyordu. Buna rağmen destek vermek amacıyla eyleme katıldı. Canıyla ödedi. Çok yazık oldu!”
Okuldaşı yazar Fazilet Özkan Por da tanıyor mu acaba onu? Kulağımız onda şimdi:
“Ben de hep güler yüzünü ve halk oyunlarında zeybek oynarken ekibin başında ardındakileri yüreklendiren sesiyle anımsarım. Ve hak etmediği biçimde (kimse hak etmez ama) ölümünde sonra yüreği yanık babasına oğlunu nasıl teslim ettikleri gelir; gözümün önüne hep. Işıklarda uyusun; Kaypakkaya ve onun gibi haksız yere bu dünyadan koparılan yiğitlerimiz!”
Hüseyin Erkan
0535 371 74 83
huseyinerkan@dilemyayinevi,com.tr