ÖĞRETMENİN HAYKIRIŞI
Sanata, doğaya ve güzelliklere yer verin
Olumlu kişilik sergileyin davranışlarınızla
Nokta kadar çıkar için virgül kadar eğilmeyin
Haksızlığa direnciniz ışık olsun karanlığa
Elleriniz havada olsun yavrularım!
Muhsin Durucan
Fransız, İngiliz, Alman ve Ruslar’ın ünlü yazarlarına bir sözüm yok da Ziya Gökalp ve Yaşar Kemal’den sonra beni en çok etkileyen yazar Grigoriy Petrov olmuştur. Bu Rus yazarın Koridor Yayınları’ndan bu yıl yayımlanan, “Eksiksiz Tam Metin” olduğu en başta belirtilen Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eserin ön kapağında: “Atatürk’ün okulların müfredatına konulmasını istediği kitap” notu dikkatimizi çekiyor hemen.
Okuyan bir insandır Atatürk. Savaş meydanlarında, cephede, gece çadırda bile… Nitekim bu kitap ilk kez Türkçe’ye çevrilip 1928’de yayımlanınca hemen okuyup çok beğendiğini söyler çevresindekilere.
O günlerde çok önemli devrimlere imza atan o yiğit insan, “İki milyonluk Fin halkı, yolumuzu kolaylaştırmak ağabeyi olarak bize yürümekte olduğumuz yolda güvenle ve tereddüt etmeden devam edebileceğimizi göstermek için yaptı bu deneyi sanki.” der.
Bu kitapta anlatılanlar daha bir güçlendirir onun inancını da şöyle bitirir sözünü: “Bu sâdece bir örnek değil, aynı zamanda gelecek zaferimizin de kanıtı…”
!9. yüzyıl başlarında Finlandiya Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biridir. Nasıl olmuş da o yüzyılın sonlarında en zengin ve en güvenilir ülkelerden biri hâline gelmiştir? Bu işin sırrı nedir? İşte bu kitapta buluruz, bu sorunun yanıtını.
“İyi de yazar bir Rus. Nerden biliyor bunu?” diye merak ediyorsunuz; değil mi? En iyisi gelin, bir kez daha göz atalım, yazarın özyaşam öyküsüne:
19. yüzyılın başlarında Rusya’nın fazlaca bir farkı yoktur; o günkü bizim devletimizden. Ha Osmanlı’nın padişahı, ha Rusya’nın çarı!.. Ha onların ezberci ve çıkarcı din adamları, ha bizimkiler!.. Ama Grigoriy Petrov farklı bir din adamı… Farklı bir papaz ve farklı şeyler söyleyen bir vaiz… Cennetten cehennemden değil de o günlerde yaşanan acı gerçeklerden söz edince hoşuna gider mi din adamlarının ve de onlarla çıkar birliği yapmış yöneticilerin?
Petrov özellikle kilisenin, halkın zararına emirler veren yöneticilerin büyük yanlışlarına sessiz kalmasının büyük bir suç olduğunu söyler. “Bu umursamazlık, acı çeken halkı iktidar sahiplerine kurban etmektir.” diye konuşur ve yazar. Sen misin böyle yazan, sen misin böyle konuşan? Dersini vermek gerekir bu haddini bilmezin; değil mi ya! “Zararlı gazetecilik faaliyetleri” ve de “Tanrı’nın kutsadığı hükümdara karşı aşağılayıcı tutumu ve kilisenin temel öğretilerine uymayan görüşler yaymakla” suçlanır hemen.
Önce başkentten uzak bir yere sürgün edilir. Aklı başına gelsin de böyle saçmalıklar yapmasın diye. Ama o susup sineceğine, bildiğini okur yine. Bu kez kilise, rahiplik unvanını alır elinden. Ayrıca başkente gelmesi yedi yıl yasaklanır. Güçlü ve haksız zorbalar, “Oh, bu işi de böylece hallettik” diye sevinirken, Petrov’un “Zulüm gören kahraman” ünü doruğa çıkar.
!908’den itibaren sürekli yer değiştiren yazar, kimi zaman Finlandiya, kimi zaman Kırım’da kalır. Sık sık yurtdışına çıkar. Yorgunluk nedir bilmeden çeşitli kent ve kasabalarda konuşmalar yapar. Gazeteciliği de bırakmaz. Rus Sözü adlı gazetenin nerdeyse her sayısında yazıları yayımlanır. 1917 devrimine kadar sürekli polisçe izlenir. Hükümete verilen raporlarda “kışkırtıcı”, “hükümet karşıtı”, “kilise karşıtı” dolayısıyla “din karşıtı” olarak fişlenir hep. 1914’te devletine ve üstlerinin verdiği her emre gözü kapalı bağlı bir jandarma komutanı şöyle yazar raporunda:
“Konuşmasının sonunda gençlere seslenerek onları kötülükle mücadeleye, kolları sıvayıp çalışmaya, yeni ve daha iyi yaşam biçimleri yaratmaya çağırdı. ‘Yeni Rusya sizin gibi olacak. Yani siz nasıl olursanız ülkemiz de öyle olacak. Kölelik ağır bir yük… Nefes almamıza izin vermiyor. Risk almadan hiçbir şey başaramayız. Risk almaktan korkmayın’ diye bitirdi sözlerini.” Konuşması bitince çılgınca alkışlandığını ve dakikalarca omuzlarda taşındığını da not etmeyi unutmaz.
Petrov, aynen Ziya Gökalp ve aynen Finli yönetici Snellman gibi Avrupa’nın kalkınmış, çağdaş ülkelerini örnek gösterir halkına. Yazdığı ve söylediği her şeyde kendinden bir şeyler bulur; okuyan ve dinleyen. 1917’deki Lenin’in başını çektiği Bolşevikleri desteklemediği gibi onlara karşıdır da. Kızılordu’nun yönetimi ele geçirmesi üzerine çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kalır. Önce İstanbul’a, sonra Gelibolu Mülteci Kampı’na, oradan Yugoslavya’ya geçer. Bizim haberimiz olmasa da ünü çoktan duyulmuştur oralarda. Belgrat’a davet edilir hemen.
O bir mültecidir ama kafa aynı kafa, yürek aynı yürektir. Bu kez yaşamının yeni kurucusu Yugoslav ve Bulgar halklarına seslenir. Yugoslavya’yı baştanbaşa dolaşarak 1500’e yakın seminer verir. Önceleri Rusça, sonra Sırpça öğrenip Sırpça konuşur. Ülkelerin aydınlanması, kalkınıp yükselmesi konusunda özellikle “kadınların rolü”nü sık sık dile getirir. Gazetelerde yazmayı sürdürür. 50’ye yakın kitabı yayımlanır. Aynen Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabı gibi Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eseri de 1923’te basılır. Önce Bulgarca, sonra Sırpça…
Finlandiya gerçekten bir bataklıklar ilkesidir; 19. yüzyılın başlarında. Bataklık olmayan yerler de kayalıklarla kaplı küçük bir ülkedir. Doğal kaynakları da yoktur. Ne petrol, ne kömür; ne altın, ne gümüş, ne demir… Böyle bir ülkenin yoksulluktan kurtulup ekonomik, politik ve kültürel açıdan zengin, gelişmiş ve çağdaş bir ülke haline gelmesi ilginç değil mi?
Kendiliğinden olmamıştır; elbet bu gelişme. O ülkenin aydınları gece gündüz demeden özveriyle çalışmışlar da bu güzel hedefe ulaşmışlar.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitap, bu kutsal çalışmanın öyküsünü anlatır işte bize!
Hüseyin Erkan