Çocuklar için kullanılırdı genellikle.
“Aklın ermesi” diye bir kelime vardır bizde.
Bu da ne demekse…
Ya da küçümseme için derler ya hani;
”senin aklın ermez bu işlere..”
Şimdiki çocuklar öyle mi bilmiyorum. Çocukluk dönemimdeyken hemen büyümek isterdim nedense.
Bir an önce büyüyeyim ki, benim de sözüm geçsin, ben de ciddiye alınayım, çalışayım, büyükler gibi olayım hevesindeydim.
Birilerinin övmesinin/ takdir etmesinin ya da cezalandırmasının ayırdına vardığım zamanlar tam da bu “aklımın erdiği” zamanlardı sanırım… ” (Yoksa tam tersi miydi, şimdi bilemedim).
18 yaşıma kadar da bu böyle devam etti. Çocuk değil de sanki “kadın” ya da“adam” olmak önemli gibi.
Aslında bunların değil de, hangi yaşta olursak olalım;
“birey” olmanın, “insan” olmanın ve başkalarınca birey/insan yerine konulmanın önemli olduğunun geç de olsa ayırdına vardım.
İşte bu güya “aklımın erdiği” sessiz, sakin, “örnek” (bu da muammadır hani) çocukluk döneminde en çok hoşuma giden iltifattı;
“Maşallah,maşallah… Bu çocuk büyümüş de küçülmüş gibi..”
Teyzeler, amcalar böyle överdi vaktiyle kimilerini.
Oysa çocuktuk… Gülüp, eğlenip, sokaklarda ebelemece oynayıp geçecektik bu dönemden sadece. Nereden çıktı bu deyiş bilmem ki..
Çocukluğun üstünden şimdi yıllar geçti. Artısıyla, eksisiyle yaşanan o yıllar benimdi.
Her tecrübe bir ak bıraktı belki, belki de yüzümde ufak bir çizgi. Bu arada olgunlaşıp, tecrübelerden ders çıkarırken ve hâlâ bu hayatta öğrenciyken, bedenimin de istemsiz yaşlandığını fark ediyorum.
Kendimle konuşmalarımda aklıma gelirdi ;“ bu kafada ama bedenen daha genç, hatta hayatımın başlarında olsam daha iyi değil miydi?”
İşte böyle düşüncelerdeyken önüme gökten zembille düştü sanki “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”.
Yazar: F.Scott Fitzgerald,
Kitabın çevirisi: Bülent O.Doğan,
Türkiye İş Bankası Yayınları, Modern Klasikler Dizisi,
50 sayfa.
Çoğunuz bilir bu hikayeyi.
Oldukça eğlenceli, komik, hiciv dolu, akıcı, tam da rahatlamak için bir kitap.
Ama içinde yaşamak istemezdim.
Her şey böyle, yani doğal akışında daha güzel sanki.
Her yaşın ayrı bir güzelliği var. Doğayla, doğalından, olağan süreçle, diğer insanlarla birlikte ve beraber, olabildiğince yaşamın tadını çıkarmak gerekli.
Mark Twain’in “ Hayatın en iyi kısmının başta, en kötü kısmının sonda olması ne yazık.” sözünden esinlenerek kaleme alınan kitap sanki bana “ne dilediğine dikkat et” diyor gibi.
Evet..
Aslında kim olursa olsun, hangi kademede, nerede olunduğu farketmez.
Ne dilediğimize de, de dediğimize de, ne yaptığımızı da dikkat etmeli.
Ya olmadık, sonrasını öngöremeyeceğiniz bir dileğiniz gerçekleşirse? Mesela Benjamin’in tuhaf hikayesindeki gibi?
Güzel dileklerinizin güzellikler getireceği , her gününüzün bayram tadında olduğu yarınlar dilerim.
İyi bayramlar.
Sevgi ve saygılarımla..