Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine, bu hasret bizim…
NH
Seçimlere sayılı günlerin kaldığı zaman diliminde politikacılar, Dünya Şairi Nazım Hitmet’in şiirleriyle söylevlerini sürdürmektedirler. Davet şiiri, bunlardan birisidir.
***
Yapılan araştırma sonrasında; Nazım’ı sevenler için Piraye, Münevver ve Vera başta olmak üzere Dünya Şairi Nazım Hikmet’e ilham kaynağı olarak özeline giren 12 kadını ve Nazım’ın onlara yazdığı şiirleri derlendi ve okurlara sunuldu.
1. Sabiha Hanım
Nazım’ın çocukluk çağındaki ilk aşkı Abdülhamit Devri’nin ünlü valilerinden birisinin kızı olan Sabiha Hanım’dır. Nazım, Sabiha Hanım için “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki” nakaratlı ünlü şiiri yazar:
“Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.”
2. Azize Hanım
Yaş 17… Nazım da yine aşık… Bu kez ünlü bir doktorun baldızı olan Azize Hanım. Nazım için şiirsiz aşk olur mu?
“Rüyaya daldıran şarabın sun Önümde gönlümle gelirken dize, Şu yanan alnıma bir kere dokun, Azize, gözleri nurdan Azize!”
3. Şükufe Nihal
1920’li yıllarda, Erenköy bahçelerinde, köşklerinde şairler yan yana gelip edebi sohbetler yapıyorlardı.
Bir Devrin Romanı adlı eserinde Halide Nusret Zorlutuna olayı şöyle yazdı:
“Şükufe Nihal okuduktan sonra, gülerek kâğıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, kâğıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı: Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz!”
Halide Nusret Zorlutuna’nınkız kardeşi İsmet Kür, Şükufe Nihal’i şöyle anlatır:
“Şükufe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı… Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle.”
Aralarındaki ilişki nasıl şekillendi bilemeyiz ama İsmet Kür’e göre Bir Ayrılış Hikâyesi şiirini Nazım onun için yazmıştır:
“Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya…
Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz…
Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın – yüzü güneşli bir ana gibi – en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak…
Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere… Kapandı bir pencere… AYRILDILAR”
4. Nüzhet Hanım
Nazım Hikmet ve arkadaşı Vala Nurettin komünizm tutkusuyla 1921’in Eylül ayında Trabzon Limanı’ndan bindikleri bir gemiyle, maceralı bir yolculukla Sovyetler Birliği’ne giderler. Burada, İstanbul Nişantaşı’nda komşu oldukları, Matbuat Umum Müdürü Muhittin Bey ve baldızı Nüzhet Berkin’le karşılaşırlar.
Nazım’ın İstanbul’dan beri tanıyıp hoşlandığı Nüzhet Hanım’la aşk kaçınılmazdır. Nazım Hikmet kıskanç bir aşıktı. Nüzhet Hanım’ın Dağıstanlı yakışıklı bir öğrenciyle konuşurken görünce Gövdemdeki Kurt şiirini yazdı:
“Sen benim minare boyunda çam gövdeme, yumuşak beyaz bir kurt gibi girdin, kemirdin! Ben barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen İngiliz amelesi gibi taşıyorum seni içimde”
Nüzhet Hanım’la 1922 yılında evlendi. Evleri, Nazım’ın eğitim gördüğü KUTV Üniversitesinin öğrenci pansiyonuydu. Muhittin Bey karşı çıktı bu evliliğe, tabii Nazım’ın ailesi de istemedi. Nüzhet Hanım’ı fiziksel olarak beğenmiyorlardı. Zaten 4- 5 ay birlikte yaşadılar. Nüzhet Hanım’ın sağlık problemleri başladı. 1923’te tedavi için önce Bakü’ye, sonrasında Türkiye’ye döndü. Nüzhet Hanım’ın şu sözleri idealist Nazım’da büyük bir düş kırıklığı yaratır:
“Bizim de herkes gibi bir yuvamız, cici bici bir evimiz olsun istemez misin Nazım? Her akşam ben evimizde seni bekleyeyim, huzur içinde yaşayalım. Sana mı kaldı dünyayı düzeltmek?”
1924 Temmuz ayında Nazım da döner Türkiye’ye. Nazım, aralarındaki ilişkiyi düzeltmeye çalışsa da olmamış. 1924 ya da 25 yılında, bir tiyatroda Nüzhet Hanım, Nazım Hikmet’le karşılaşmış, ama görmezden gelmiş. Nazım’ı kızdıran bu olaydan sonra görüşmemişler.
1926 yılında ise Nüzhet Hanım felsefe öğretmeni Mehmet Servet Erkin’le evlenir. 1932 yılında herkesçe bilinen Mavi Gözlü Dev şiirini yazar. Burada şuna değinmemiz lazım. Memet Fuat (Piraye’nin oğlu) bu şiirin annesine yazıldığını söylese de, Nazım Hikmet’in arkadaşları, Vala Nurettin, Zekeriya Sertel, Kemal Sülker bu şiirin Nüzhet Hanım’a yazıldığını söylerler.
“O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev, Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin.
O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: bahçesinde ebruli hanımeli açan ev…”
5. Yelena Yurçenko (Lena)
Nazım Hikmet yaklaşık 9 ay sonra 1925 Eylül’ünde ikinci kez Sovyetler Birliği’ne gider, daha doğrusu kaçmak zorunda kalır. Bu kez diş hekimi Yelena Yurçenko’ya (Lena) aşık olur. Lena, Nazım’dan birkaç yaş büyüktü. Çok okuyan, kültürlü, hoş bir kızdı. Nietzsche hayranıydı. Nazım’la dünya görüşleri uymasa da bilinçli, dirençli havası onu etkiledi.
1926 yılında evlendiler. Yaklaşık 2 yıl sürdü. Ailesine fotoğraflarını gönderiyordu. Lena aile tarafından da beğenildi. Evlilikleri bazı kitaplarda doğrulanmasa da Hıfzı Topuz ve Memet Fuat evlendiklerini yazar. Ona yazılmış bir şiiri bilinmiyor. Biz de Nazım’ın ailesine o dönem yazdığı mektubu paylaşıyoruz.
“Sıhhatim gayet iyidir. Lena ile her gün sizlerden konuşuyoruz. O sizi, gıyaben çok seviyor. Samuş’a buradan Rus işi gayet orjinal yazlık elbise göndermek istiyoruz. Eğer Lena’ya potin aldınızsa numarası 37 olsun.”
Nazım 1928 yılında Türkiye’ye döner. 3 ay tutuklu kalır. Bu dönemi şöyle anlatacaktı yıllar sonra:
“Kadınlarla bir daha ciddi bir ilişkiye girmemeye karar verdim. Her an hapse girebilirdim. Kesinlikle evlenmemeliydim.”
Ama karşısına Piraye çıkacaktır. Yıl 1930… Piraye Nazım Hikmet’in kız kardeşi Samiye’nin arkadaşıdır. Piraye, kendisini bırakıp Paris’e giden kocası Vedat Örfi’den boşanmak üzere olan 2 çocuklu (Suzan ve Memet) 24 yaşında bir kadındır. Başlangıçta Piraye’nin ailesi de, Nazım’ın ailesi de farklı nedenlerle istemeyeceklerdi bu ilişkiyi.
Nazım aşkın ilk günlerinde yazdığı Mor Menekşe, Aç Dostlar, Altın Gözlü Çocuk şiirinde Piraye’ye “altın saçlı çocuk” diyecektir.
“EEEEEEEEEY… kızım, annem, karım, kardeşim sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana!”
1933 yılında evlenmeye karar verirler. Ama 1933 yılının Mart ayında tutuklanır. Piraye sevgilisiydi, tutuklandıktan 4 ay sonra cezaevi müdürünün sorusu üzerine nişanlıyım der. Artık mektuplarında ona öyle hitap edecektir:
“Nişanlım benim, yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili! Sana öyle hasretim ki… Nişanlın”
Karıma Birinci Mektup isimli şiirinde de şöyle yazar:
“Yavrum! Uyuyamıyorum! Görünmez kuşlar ötüyor üstünde kızılağaçların. Alevli bir duman gibi tütüyor Gözlerimde saçların! Saçların altın dudakların nar koyu kehribar gözlü sevgilim Çıkacağımdan emin değilim.”
7. Semiha Berksoy
1934 yılında Bursa Cezaevi’ne şehir tiyatrolarından tanıdığı Semiha Berksoy onu ziyarete gelince birbirlerine yakınlaşırlar. Aklı Piraye’deydi ama bu ona engel değildi. Nazım Hikmet yıllar sonra yazdığı İki Sevda şiirinde aslında bu özelliğini dile getirmişti.
“Bir gönülde iki sevda olamaz yalan olabilir.”
16 ay tutuklu kaldıktan sonra özgür kalır Nazım. Piraye ile 31 Ocak 1935’te gözlerden uzak kimseye haber vermeden evlenirler. Bir gün Kadıköy vapurunda Semiha Berksoy’la karşılaşır. Aralarındaki aşk tekrar canlanır. Semiha Berksoy şöyle anlatır:
“Merdivenlerden çıkıyorduk. Birden “Ben evliyim seni alamam” dedi. Ben de onu seviyordum. “Olsun” dedim. Onu o şekilde kabul etmiştim. Meğer o tarihte evli değilmiş, Piraye’ye evlenme sözü vermiş.”
Semiha Berksoy anı defterine 22 Aralık 1936 tarihinde şöyle yazar:
“Bu sabah stüdyoya gittim. Sevgiyle bakarak elimi sıktı. İlgisi gittikçe arttı. Kani Kıpçak’ın dikkatini çekti. İnsan hayatta bir kişiyle mi, yoksa birçok kişiyle mi ilgilenmeli? diye sordu. Nazım da “Esasında bir sevgi olur, ama eğlencelerin de olması hiç fena değil, fakat sevgi birdir” diye yanıt verdi.”
Nazım Semiha Berksoy’a şiir değil ama belki de sevgilisi opera sanatçısı olduğu için Bu Bir Rüyadır adlı opereti yazdı. Başrolde Semiha oynadı.
Bu ilişkiden karısı Piraye’nin elbette haberi vardı. Memet Fuat, başka kadınların Nazım’a yakınlık göstermelerine katlanamayan Piraye’nin Semiha için daha sonraları “Delişmendir, ama iyi kızdır, sevgisi içtendir” dediğini söyler.
8. Suat Derviş
Nazım, Birinci Dünya Savaşı sonlarında, yazar Suat Derviş’i tanımıştır. İkisi de gençtir. Ama Suat Derviş o dönem kendisini beğenenlere yüz vermeyen, biraz şımarık bir kızdır, sevgili değillerdir. Hatta ona şu dizeleri (Gölgesi şiiri) o dönemde yazmıştır.
“Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını. Kaç kere sürükledi gururumu ölüme Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme. Cevapları öyle heyecansız ki onun, Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun. Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor. Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor…”
1935 yılının sonlarında gençlik arkadaşı Suat Derviş’le yine karşılaşır. Derviş bu kez ona yakınlık gösterir. Birlikte Çamlıca sırtlarına çıkarlar. Şubat ayında yağan karın erimesiyle oluşan çamurlara bata çıka dolaşır, sohbet eder, yakınlaşırlar.
Eve dönünce ayakkabı ve pantolonun çamurlu halinden, Piraye şüphelenir, durumu anlar. Bunun üzerine, Piraye, bir kova suyu üzerine döküp, Şubat akşamında balkona çıkar, zatürre olup öleyim der. Nazım güç bela onu içeriye alır.
9. Cahit Uçuk
Nazım o yıllarda Akşam gazetesinde Orhan Selim takma adıyla yazılar yazıyordu. 22 Ocak 1955 yılında duygusal bir yazı yazar Nazım. Birkaç gün sonra gelen okur mektuplarından biri duygu doluydu, adeta onu etkilemek için yazılmıştı. Bu kişi daha sonra öykü yazarı olan Cahit Uçuk’tur. 24 yaşındadır. Oldukça güzel bir kadındır.
Hıfzı Topuz, “Nazım bir kadına durup dururken asılmaz, ama kendisiyle ilgilenen olursa, hoşuna giderse tutulabilirdi” der. Cahit Uçuk’la ilişkileri de tam da böyle oldu.
Cahit Uçuk “Aramızda ruhsal bir yakınlık ve minnet dolu bir beraberlik oldu” derken; Nazım, Piraye ile barışmak istediği dönemde, Memet Fuat’a yazdığı mektupta “Ben o hadiseye annenin beni sevmediği şüphesine kapılıp atılmışımdır. Annenin beni ihmal ettiği ya da bana öyle geldiği zamanlarda bu bahiste kötü şeyler yaptım” yazar.
Nazım aslında tüm bu yaşadıklarını dizelerinde dile getirmiştir.
“sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın”
10. Yine Piraye
1938’in Ocak ayında tekrar tutuklanır. İki ayrı yargılamadan toplam 35 yıllık bir hapis cezası beklemektedir onu. Hapisteyken, Piraye’ye adeta yeniden aşık olur. Muhteşem şiirler yazar. Bizce Nazım en güzel şiirlerini o dönemde yazmıştır.
Ankara Cezaevi’nde kol saatinin içini boşaltmış ve oraya karısıyla çocuklarının bir fotoğrafını koymuştu Nazım… “Artık her zaman gözümün önündeler” diyordu. Saatin kayışına ise tırnağıyla Piraye yazmıştı. Yıllarca Piraye’nin evinde saklanacak o saat, Nazım’ın çok bilinen bir şiirine konu oldu:
“Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, (bizlere âlâtlıkatıa verilmez) ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak…”1 Ekim 1945
“Dağın üstünde : akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de : sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı : gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı..”
Piraye’ye güvenmesine karşılık, ikide bir kıskançlık bunalımlarına giriyor “Kime aşık olursan ol” diye yazıyordu.
Buna karşılık Piraye yazdığı bir mektupta neler söylemiş (Nazım o mektupları “Ayşe’ye Mektuplar” adıyla şiirleştirdi):
“Sen beni kıskanıyorsun ve benim gülmem tutuyor. Ben aşkı: hürmet muhabbet sadakat, diye anlarım (…) halbuki aşk sadece muhabbet sende. Hem biliyorum bu evhama neden düştüğünü : ben içerde olsaydım sen dışarda aldatırdın beni. İçerde olmama ne lüzum var? İkimiz de dışardayken beni aldatmadın mı? Sen alçaksın ve dışarı çıkar çıkmaz beni yine aldatacaksın.”
11. Münevver Andaç
1948 yılının Ekim ayında yazar Peride Celal ile beraber dayısının kızı Münevver de gelir. Aslında Piraye ile evlendiği günlerde Fransa’dan dönen Münevver ile kısa bir yakınlaşma yaşansa da Münevver ressam Nurullah Berk’le evlenmiş, bir kızı olmuştu. Kendisinden 15 yaş küçük kumral saçlı, yeşil gözlü kadınla yazışmalar, gidip gelmelerle tutkulu bir aşk başlamıştı.
Ona yazdığı ilk şiiri Sen şiiridir:
“sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…”
Daha sonra bu şiirini yazacaktır:
“Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.”
Bu dönemde yazdığı tutkulu şiirlerinde Münevver’in gözlerinin rengi nedeniyle yeşili çok sık görürüz.
“Siz aydınlıkta öyle kımıldamadan durun, güneş duradursun yeşil entarinizde, Yaram birdenbire açıldı Kan gövdeyi götürüyor bendenizde…”
Güz, Sonbahar, Yine Sana Dair şiirlerini de ona yazmıştır.
1946’da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır. Şairimizin gönlüne sual olunmuyordur ve artık Nâzım Hikmet ile Münevver aşkı başlıyordu. Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliğiyle… Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez. Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır. Kocası ayrılmak istemez. Nâzım- Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir. Nâzım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye Hanım’a. Şöyle der:
“Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne haltedeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!”
1948’de Piraye’den boşanma kararı alır. “Bütün bu olup bitenlere rağmen en yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini, sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir.” der.
Eşinden boşanacağını söyleyen Münevver, karar değiştirir. Cezaevine de gelmez. Bu Nazım için büyük bir darbe olur. 47 yaşındaki Nazım’ın bu dönemde yazdığı şiirlerden Tekirle Kavak’ta şöyle der:
“Kırkından sonra azanı teneşir paklar bu üç dört dört beş sekiz sayı sayacak değiliz çünkü bunun kırka kadar yolu var”
Nazım tekrar Piraye’ye mektuplar yazarak barışmak isteğini dile getirir. Affetmesini ister:
“Pirayem, kızıl saçlı bacım benim, seni arkadan bıçakladım. Bir damlası damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı elim. Gel de beni bir daha yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.”
Nazım af yasası çıkmayınca 7 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. Piraye hem bu durum, hem de yazdığı mektuplardan etkilendiği için ziyaretine gelir, aynı anda Münevver de cezaevine gelir. İşte bu Nazım ve Piraye’nin son karşılaşması olur.
15 Temmuz 1950’de tahliye olur Nazım. Piraye’den 23 Mart 1951’de boşanır. 3 gün sonra Münevver bir oğlan doğurur. Nazım oğluna çok sevdiği üvey oğlu Memet’in ismini verir.
49 yaşındaki Nazım’ı askere almak isterler, arkasında farklı şeyler olduğu haberleri üzerine 17 Haziran 1951’de bir tekneyle gizlice Varna’ya, Bükreş’e ve en sonunda Moskova’ya gelir.
Yedi tepeli şehirde bırakıp gelmişti gonca gülünü. Ama o dönemde kulağına gelen, en yakın arkadaşı Kemal Tahir ile Münevver arasında bir ilişki olduğu dedikodusu Nazım’ı alt üst eder. Böyle bir şey yoktu, tamamen yanlış anlamaydı ama katlanması zordu.Ben Sen O şiirini yazdı:
“o, yalnız ağaran tanyerini görüyor ben geceyi de sen yalnız geceyi görüyorsun ben ağaran tanyerinide”
12. GalinaGrigoryevnaKolesnikova
Nazım 1952’de Çin’de geçirdiği ilk kalp krizinden sonra Moskova’ya döndü ve hayatına DoktorGalinaKolesnikova girer. Tüm kadınlar gibi Nazım’a vurulmuştu. Nazım’ın doktoru, yardımcısı, tercümanı, arkadaşı olur. 7 yıl süren bu ilişkiye yazılmış şiirler yok ama Nazım’ın 8 milimetrelik kamerasıyla Galina’nın çektiği görüntüler kalacaktı.
13. VeraTulyakova
Kendinden 30 yaş küçük sarışın bir genç kız, 1955’te hazırladığı bir film için yardım istemişti. Vera… “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı bu kız”
İlk görüşte Nazım’ın kalbine girmişti. Evliydi ve bir çocuğu vardı. Ayrıldı. 18 Kasım 1960’ta Nazım’la evlendiler. Artık tüm şiirleri Vera içindi.
Vera’nın Uykudan Uyanışı
“uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler uyandı balkon toparladı bacaklarını boşluktan tüttü karşı damda bacalar kaldırımlar akasyalar ötüştü bulut uyandı attı göğsündeki yıldızı odamıza evin içinde dışında uyandı aydınlık doldu saçlarına senin dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin”
Vera’ya
“Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı ince kumları ve sedefleriyle ak bir kadını yıkayarak aktı odamda kalın kütüklerinin arasında iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim”
Sabah Karanlığı
“Gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak Mavi afişteki güvercin gibi aktır sabah karanlığında”
Vera İçin
“İçimde mis kokulu Kızıl bir gül gibi duruyor zaman, Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, Çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil”
Vera’nın Resmi adlı şiiri de şöyledir:
“Kimseler yapamaz senin resmini
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde
Senin resmini ben yapacağım.”
Doktoru “Aşksız 10 yıl yaşarsın, aşık olursan 3 yıl” demişti. Öyle de oldu. 3 Haziran 1963 günü büyük şair bu muhteşem şiirlerini bırakarak bu dünyadan ayrıldı.Pasaportunun içinden el yazısıyla yazılmış şu şiir çıktı:
“Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm.”
Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 günü memleket özlemiyle ölür!Vera, Şairin ölümünden sonra kimseyle evlenmez. 2001 yılında öldüğünde Moskova’dadır.
Onun uzun soluklu bir şiirine dönüş yaparak usun soluklu ve içerikli yazımızı sonlarınayım.
Koyun Gibisin Kardeşim
Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
Beş değil,
Yüz milyonlarcasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katıltıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
Hani şu derya içre olup
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
Senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin,
Demeye de dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu senin, “CANIM KARDEŞİM!” Nazım Hikmet RAN
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.