Şehir yanmış, yıkılmış her yer duman içerisinde. Sokaklar yıkıntıdan geçilmiyor. Adım atılacak gibi değil, anlatılacak bir durum yok. Dev toz dalgalarının işgali sürüyor. Patlayan bombalar, sis gibi toz bulutu oluşturmuş.
Nereye baksan, bağırış ve çığrışma sesleri ortalığı tutmuş. Köşe başlarında, parklarda kadınlar ve çocuklar, ölüm sessizliğinde.
Yirminci yüzyılda, Avrupa ve dünya görmüyor duymuyor. Kendilerini “Medeni” olarak bilenler. Mehmet Akife göre, “Tek dişi kalmış canavarlar,” görünmez olmuşlar.
Çatısı yana düşmüş, duvarları patlamış hastane binasına doğru giden insanlar. İnsan demeye bin şahit, kiminin kolu, kiminin bacağı gözü ve kulağı olmayanlar. Büyük bir inleme ve ıstırap içerisindeler.
Doktor, hemşire ve hasta bakıcılar koşturuyor. Bir kişi de olsa, çare olmaya çalışıyorlar. Bombaların yıkım boyutu gözler önünde. Soy kırım işleniyor, gözler önünde Bosna’da. Karabağ’da Ermenilerin yaptığı gibi. Dünya sessiz, sakin ve herkes keyfinde…
Hastaneden ölenler çıkarılıyor ve yerlerine yaralılar getiriliyor. Yaralıların arasında çoğunun kolu ve bacağı kopmuş. Sedyeler yetişmiyor. Yapılan katliamın boyutunu gören ancak anlar. Bombanın yıktığı odanın duvarı açılmış ve hastalar dışarıda gibiydi. Hastalara yiyecek, ilaç, sargı bezi ve temiz çarşaf yoktu. Yerler yaralılarla doluydu.
Yıkılmış odada yatan çocuğun, elinde file içerisinde naylon topunu tutuyordu. Soluk alıp verdikçe göğsünün üzerindeki kanlı bezi inip kalkıyordu. “Ana ve baba” diye ağlıyordu.
Çocuk anne ve babasını ağlayarak çağırıyordu. Başka kimsesi yoktu. Anne ve babası da binlerce kardeşi gibi şehit olmuş, çocuğu da keskin nişancılar karnından vurmuştu.
Buraya kadar anlatan arkadaş, sonrası gözlerinden yaş boşandı ve boğulacak gibi oldu. “Görmek gerek” dedi. Çocuğu çıkartmak ve yanıma almak istedim. Hemşire sabah olsun dedi. Çocuğu bakmak için doktora para verdim. “Yarın sabah burada olacağım, dedim.
Saraybosna’da herkes canını kurtarmaya çalışıyordu. Otele zor şartlarda ve keskin nişancıların namlularından gizlenerek gittim. Sabahtan erken hastaneye varmak için kalktım. Kıyı köşe kaçarak, tekrar hastaneye ulaştım.
Elimde bir naylon topla yıkılmış hastane denecek durumu kalmayan binaya girdim. Çocuğun odasına doğru yürüdüm. Odanın önünde çok kalabalık vardı. Çocuk için işlemlerim tamamdı. Yanıma alabiliyordum. Hemşireyi gördüm ve kağıtları uzattım. Yanıma alıp bakacaktım.
Hemşire, başını öne eğdi ve başaramadık dedi. Arkadaş elindeki top için, parçalayacak kadar ezdim. Hemşire, ona götürmemi ister misin? Dedi. Hayır giderim dedim. Gözümü kapattım onun, yaşayamayacağı gençliğini, yetişkin hâlini ve yaşlılığını karnındaki delikle yaralı hâlini gördüm.
Mutlu sonla biten bir hikâye olduğunu yanılgısına kapıldığım hayat, esasında hayallerimle şişirdiğim ve kaderi daima elimde patlamak olan bir naylon toptan ibaretti.